İnsan hayatının ortasına doğru yaklaştığını hissettiğinde farkına varıyor hayata tutunamadığının. Adamın aklına son günlerde hep bu cümle geliyordu. Doğrusu bu kaybolmuşluk duygusu adamın içini kemirip duruyordu uzun süredir. Ama şimdiye kadar hiç böyle açıkça itiraf edememişti kendisine. Hayatta yapmak istediği hiçbir şeyi yapamamış, hiç bir hedefinin arkasından koşmamış bir adam. Doğrusu birilerinin ya da bir şeylerin peşinden koşmak hep zor gelmişti adama. Şimdi bir kadın girse mesela hayatına ve peşinden koşması gerekse mücadele edecek gücü var mıydı acaba?
Hayatta hiç şimdiye kadar mücadele vermemişti aslında bir şey başarmak için. Kanına dokunan da buydu adamın. Öyle ya, hayalindeki işi yaparken bu kadar çaba göstermiş miydi acaba? Biraz birilerinin suyuna gitse şimdi belkide hayal ettiği yerlerde olurdu. Ah yok mu şu benim sakarlıklarım diye dert yandı adam. Bazen kendisini öyle aptal hissettiği oluyordu ki adamın, yer yarılsa da yerin içine geçsem diye içinden geçiriyordu. Ve bazen o kadar uçuk fikirler geliyordu aklına adamın. O zamanda neden ben buralardayım ve neden bu fikirleri hayata geçirecek vakte ve paraya sahip değilim diye dövünürdü. Gerçi adamın dediğine bakılırsa ne o parayı ne de o zamanı yaratacak iradeye sahip olamamıştı hiç. Şimdide başkalarının hayallerini yaşayıp, başka hayatları yaşaması gerekiyordu.
Madem cesareti yoktu hayallerinin peşinde gitmeye ne diye kendine ümit veriyordu acaba? Hep vazgeçiyordu en olmadık yerde. Sevdiği kadınlardan da böyle vazgeçmişti adam. Ya cesaret edememişti peşinden gitmeye ya da aslında peşinden gidilecek bir sevdaya denk gelememişti. Nasıl başkalarının hayallerine tutunduysa adam başkalarının sevmesi gereken kadınları sevecekti. Hayatın ona verdiklerini alacaktı sadece. Aşktan, sevdadan vazgeçmişti adam uzun süre önce. Varlığına inanmadığı için değil ama yokluğuna inanmak daha büyük huzur veriyordu. Bir gün gelecekti adamın bu şehirden, bu limandan ayrılması gerekecekti. Belki o gün bugün değildi ama adam hissediyordu ayrılık rüzgarlarını. Hiç bir şehirde bu kadar uzun süre kalmamıştı. Bünyesi alışık değildi on seneden fazla bir şehirde yaşamaya. En fazla birkaç sene daha dedi adam. Sevdiklerinden, seveceklerinden, sevip söyleyemediklerinden, sevmediklerinden yani bu şehir ve içindekilerini bırakacaktı bir kenara. Ne zaman, ne için, neden bu soruların yanıtını bilmiyordu adam. Ama hissediyordu işte. İstanbul sevdası da yarım kalacaktı. Hayatındaki her şey gibi.
Şimdi bavulu toplamaya başlamanın zamanıydı. Fazla beklemenin anlamı yoktu artık. Ne olacaktı, bu iş hayatında yeni bir sayfa mı açacaktı? Aslında adamın aklında başka şeyler vardı. Bu işin açacağı kapıdan daha ileride başka kapılar görüyordu. Şimdi tek mesele bu kapılardan içeri girecek cesareti olup olmadığıydı. Şöyle bir ardına baktı adam artık kaybedecek bir şey kalmadığını düşündü. Sonuna kadar gidecekti artık. Tek sorun bu ilk kapının açılmasıydı. İlk seferde açamasa bile denemeye devam etmekte kararlıydı adam. Dolunay ışığı altında parlayan Kadıköy sokaklarına iç geçirerek baktı adam. Keşke şimdi sevdiğim yanımda olsa da ona sarılıp uyusam diye.
Keşke demeden önce biraz mücadele etmeyi öğrenmesi gerekiyordu adamın. Hayata yeni bir başlangıç mıydı bu? Yoksa başkalarının hayatlarını ödünç mü almaya çalışıyordu adam? Bunları fazla düşünmenin zamanı değildi şimdi. Beklemenin, görmenin zamanıydı. Ve kalemi elinden bırakıp yumuşacık yatağına uzandı adam. Sınav stresi filan derken ne kadar gerilmişti son birkaç gün. Şimdi ise mışıl mışıl uyuyordu. Hayatın ona daha adil olmasını diledi adam son kez. Belkide bu adaleti sağlayan bizim çabamızdı bir yerde. Adam bu düşündüklerini acaba ne zaman gerçek anlamda idrak edecekti? Belkide hiçbir zaman.