Darbeye dur, devrime geç diyebilmek


Aslında şu anda rahat yatağıma uzanıp, yarın beni bekleyen yoğun güne hazırlanmalıydım. Ama işte merak böceği ısırmış bizi bir kere yeni bir gelişme, gündemi alt üst eden bir travma görünce atlıyoruz ne yazık ki. Tarihi bir gün yaşıyoruz bugün. Ama iyi anlamda değil, halkın diktalaşmaya çalışan bir yönetime kafa tutarken, ordunun fırsatçılık yapıp darbe yapmasını hep beraber yaşıyoruz. 

Kolay bir şey değil bu curcunadan aklı selimle kurtulmak. Düşünün bir kere Mısır halkının halini. Evet şu anda darbeyi alkışladıkları için şaşırıyoruz onlara. Peki ama Mursi gibi, Mısır'a şeriatı getirmeye niyetli bir adamdan kurtulmanın sarhoşluğu olmasın mı bu? Umalım öyledir. Sabah uyandıklarında, tek gecelik bir ilişki gibi askerle yatağa girdiklerini unutup, karşılarına çıkar Mısır halkı. Mursi'nin diktasına hayır derken, askeri vesayete kucak açmak demokrasiden bir gram bile anlamadıklarını gösterir. Daha önce orduyu Mübarek sonrası Mısır yönetiminden el çektirmişlerdi. Şimdi Mursi gitti, tekrar ordu başa geldi ve yine kısa sürede halkın sokaklara inmesi, Mısır için endişe verici bir geleceği karşımıza çıkarıyor.

Evet belli ki dış güçler Mısır'ı kendi istedikleri hale getirmek adına uğraş veriyor. Belki kaostan yararlanıp Ortadoğu'da bir savaş çıkarmanın peşindeler. Ortadoğu ise nedense binlerce yıldır tüm muktedir güçlerin oyunları bozacak kaotik siyasal yapısı belkide insanlığın kalan son umutlarından biri. Hesaplanamaz değil ama hesapları bozan bir siyasi yapıdan bahsediyoruz. İnsanoğlu henüz kitleleri neyin ve nasıl harekete geçirdiğini çözebilmiş değil. Daha insanın psiko-sosyolojik tavırları hakkında yeterli bilgimiz yokken, kitle bilinci ya da bilinçsizliği konusunda yeterince tecrübe sahibi olunduğunu söylemek komik kaçıyor. Bir insanı şartlandırma, hipnoz ile kontrol etme imkanı var ama büyük kitleleri kontrol etmek, istenilen yönde kışkırtabilmek mümkün mü? Başka bir deyişle ateş olmayan yerden nasıl duman çıkarmayı planlıyorsunuz? 

Söylemek istediğim şu, evet dünyaya hakim olan güçler fırsatçı bir yapıya sahip. Dünyanın herhangi bir yerindeki en ufak bir kıvılcımı yangına çevirmek için yanıp tutuşuyorlar. Ama ortada o yangını büyütecek malzeme yoksa elleri boş kalıyor. Bunu ne yazık ki yirmi yıl önceki 1993 Türkiye'sinde acı bir şekilde yaşadık. Burada sadece dış mihrak saçmalığına dayanmak ise ancak aklı evvellik olarak görülebilir. Dış mihrak tabii olacak, sen vatandaşına saldır, yakmaya yok etmeye kalk, derin ilişkilerle ülkeyi yönetmeye kalk, sonra ülke kan gölüne dönünce dış mihraklar diye sarıl bahanelere. Bugünün Türkiye'sinde Gezi Parkı'nda olanlar da tam olarak bu. Eylemleri kendine çekmeye, suistimal etmeye, siyasi rant olarak kullanmaya çalışan o kadar grup var ki, dış mihrak sözü anlamsız kalıyor. Eyleme katılan, sözünü sakınmayan ve bugün forumlarda fikrini paylaşan zehir zemberek gençlere karşı sokaklara dökülen dinazorları ve teşhircileri iyi görmek lazım. Teşhirci derken, sokağa çıkıp etrafı yakıp yıkan, amacını aşan ve davasını savunmayı şiddetle tanımlayabilecek kadar kadar aciz adamlara Ursula K. Le Guin'in taktığı genel ad diyelim. Hani o bildiğiniz anarşizm kavramı aslında hiçte bu değildir. Bunu böyle savunan sözde anarşistlere rağmen. 

Her neyse, burada oturup siyasi fikir analizi yapacak değiliz. Ama işte bu eylemi heba etmek, eylemin oluşturduğu fikirsel temeli siyasi anlamda kullanmak isteyenler var. Evet bugün Gezi eylemlerinde halkın arkasındalar. Ama herkesin mi arkasındalar? Yani o halk CHP eleştirisi yapsa yine arkasında durur mu CHP? İşçi Partisi, sen ne ayaksın, hani senin devrimciliğin, milliyetçiliği kılıf yapmışsın kendine desen ne olacak mesela? Bunları da eleştirmek gerekmiyor mu? Bizim sadece yeni bir iktidara değil, yeni bir Türkiye'ye ve yeni bir muhalefete ihtiyacımız var. Aksini savunanlar olacaktır ama bu gerçeği değiştirmiyor. Dikkat ediyorum, herkes yavaş yavaş başkalarıyla kendi Türkiye hayalini istemeden paylaşıyor böylece. Kimin ne mal olduğunu görmüş oluyoruz yani. Madem herkes kendi Türkiye modelini yaratıyor, bizde yaratalım bir şeyler.

Ben yargının çift başlı olmadığı, askeri Yargıtay gibi bir saçmalığın olmadığı bir ülke istiyorum. Bir daha Madımak, Çorum, Maraş gibi katliamların yaşanmadığı bir Türkiye. Demokrasinin sandıktan sandığa gündeme geldiği bir Türkiye istemiyorum artık. Ne içki ne de başörtünün yasak olmadığı bir ülke. Öyle alıp başımı uzaklara gitmek istiyorum, kimseye hesap vermeden. Patronun kulu kölesi olduğum, sendikal haklarımın ruhuna fatiha okunmuş bir Türkiye değil istediğim. İstediğim kıyıda denize girmek, istediğim limana yanaşmak, istediğim plajda kumlarla oynamak istiyorum. Yüzde on barajı olmadığı için, yüzde üçlerle, beşlerle Meclise girecek gerçek sosyalist demokrat bir partiye oy verebilmek istiyorum. Kendim gibi düşünen değil, benim düşündüğüme saygı duyan insanlarla dolu bir ülke istiyorum. Hayatımın geriye kalanında özgür, demokrat bir ülkede yaşamak, yaşlanmak ve ölmek istiyorum.

Daha çok şey istiyorum ama bu biraz Türkiye hayalimin özeti diyelim. Bakalım bu hayal gerçek olacak mı? Nedense bana gerçek olamayacak kadar güzel geliyor. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski