Hükümetin "Erken kalkan yol alır" düsturuyla, arkasına sermayenin rüzgarını da alarak giriştiği, devlet
memurlarına erken işe başlama ve cumartesilerde de çalışma standartları belli
ki çok yakında hayatımızın bir parçası olacak. Yok efendim, çok fazla tatil yapıyor
muşuz, çok az çalışıp, bütün gün yatıyor muşuz. Garibim emekçide şimdi aynaya
bakar, şöyle ceplerini karıştırır, “Valla bakan haklı galiba, cebimde ayın
ortasında para kalmadığına göre demek ki 8 saat çalışmak bana az.”
Hadi
devlette çalışan işçiyi memuru anladık. Onların kazanılmış hakları var,
örgütlüler, mücadele etmeye güçleri var. Peki ama özel sektörde, 8 saat
çalışmanın ne olduğunu bile bilmeyen, haftasonu çalışmamak deyince, ücretsiz
izin aklına gelen, 10 saat çalışınca bugünde az çalıştım deyip hayıflanan,
asgari ücretle evine ekmek götürmeye çalışan çalışana ne diyeceksiniz?
Bakan’ın bu çalışma konusunu
gündeme getirdiği iyi oldu. Çünkü bu ülkede insanlar, 8 saat çalışma gibi bir
lükse sadece devlet kurumlarında sahip olunduğunun farkında değil. Bugün bırakın
8 saat çalışmayı, dünya da emekçiler altı saat çalışmak için mücadele etme
yolunda ilerlerken, Türk işçisi 8 saati bulduğunda öpüp başına koyuyor.
Özellikle, basında bu tür haberler çıktıktan sonra, bir eli yağda, bir eli
balda büyük patronlara işçinin emekçinin çalışma saatlerini sorarlar ya, bir gün
aklımı kaçıracağım. Yok efendim, beyefendiler, sabahın köründe kalkıp işe
geliyormuş. Arkadaş, adama verdiğin üç kuruş maaşla işçinin nerede ev
tutabileceğini sanıyorsun. Adam ta İstanbul’un öbür yakasında buraya, sabahın
köründe gelmek için kaçta kalkması lazım biliyor musun? Bir de utanmadan sabah
erken kalkması yetmiyormuş gibi, birde çalışma saatlerinin de kısalığından
yakınıyor büyük patronlar. Tabii ki canım adam işe 7’de geleceğim diye 5’te
daha güneşi görmeden kalksın sonra isterseniz yine güneşi bile görmeden şöyle
9, 10 gibi eve dönsün. Daha televizyonmuş, çocuklarla ilgilenmekmiş, dinlenmekmiş
gibi “fasa fiso” gibi şeylerle uğraşmadan hemen yatıp tekrar kalksın. Ne gerek
var canım, bu adamın hayatını yaşamasına. Çünkü bu adam hayatını yaşarsa,
diğerleri de yaşamak isteyecek. O zaman da beyefendi milyonlar kaybedecek.
Demek ki bizim iş adamlarının düsturu neymiş, “Milyonları kaybetmektense,
insanların hayatlarını elinden almayı tercih ederim”
OECD, rapor hazırlıyor, hani
bizim bakan en az çalışan milletiz dedi ya, en çok çalışan bizmişiz oysa. Peki
ya mutlu muyuz, yok mutlu da değiliz. Ha şimdi anladım, bakanımız bizi
düşünüyor, baktı biz mutlu değiliz, biraz fazla çalışıp Cumartesi de dinlenmek
gibi boş işlerle uğraşmayınca, mutluluğun anlamını yeniden tanımlayacağız.
Belkide, kurban psikolojisine girip, bir anda daha çok çalışıp daha mutlu
olacağız. Belli olmaz belki de Cesur Yeni Dünya’nın ilk adımlarını Türkiye
atacaktır. Halkımız bizi yönetmeye böyle anasının en akıllı oğullarını seçmeye, şimdinin işçisi memuru mücadeleyle alınmış haklarını şakayla karışık beş dakikada satmaya niyetlenirse biz daha çok demokrasi denen treni kaçırırız. Sonra da Erdoğan'ın bize hazırladığı oyuncak demokrasilerle trencilik oynarız artık.
*Cesur Yeni Dünya adıyla Aldous Huxley'in yazdığı ünlü bilimkugu romanında, üremesinden, cinselliğine, zihninden, kararlarına kadar zaptedilen insanlığın hikayesi anlatılır. Belli ki bizim ülkemiz de hükümetin bu düşünce yapısıyla zaptedilen dünyanın ilk bayrak taşıyıcısı olacak.