Öcalan'ın yakalanışının 10.yılı, Türkiye için bir dönüm noktası olarak adlandırılan bu yakalanışın hiç bilinmeyen öyküsünü bize 32.gün anlattı. Casus filmlerini aratmayan bu yakalanışın öyküsünü yeni açılan 32.gün haber sitesinde bulabilirsiniz.
Doğru söylemek gerekirse, böyle bir belgesele bir şey katacak bilgiye sahip olmadığıma göre bize ancak oturup izlemek kalıyor. Ama belgesel internet için baya bir uzun, tam 24 dakika 57 saniye. Hangi akla hizmet bu kadar uzun bir görüntü tek bağlantıdan verildi bilmemekle beraber izlemekte fayda var. İzleyemeyenler için burada belgeseli biraz özetlemeye çalışacağım.
Ama tüm bunlardan önce dün ve ondan önceki gün özellikle Türkiye'nin doğusunda meydana gelen Öcalan'ın serbest bırakılmasını 10. yıl dolayısıyla seslendiren protesto gösterileri vardı. Ancak Cumartesi günü yapılan yürüyüşlere polisin sert müdahalesi, yürüyüş yapan grupları dağıtmak için biber gazı kullanması, tazikli sular sıkması, jopla yapılan sert müdahaleler aslında dün yaşanan infialin habercisiydi.
Tabii şöyle diyenlerinizi duyuyor gibiyim, ne yani teröre destek olanları mı savunuyorsun, hem polisin sert müdahalesi olmasa bile olay çıkaracaklardı. Evet bnüyük ihtimalle çıkaracaklardı ama polisin sert müdahalesi onlar için bir sebeb yarattı. Artık polisimizin gösteri yapan gruplara karşı bu ideolojik duruşundan vazgeçmesi gerekiyor. Cumartesi günü eyleme gelen ve belki de çoğumuzun benimsemediği insanlar sırf farklı düşündükleri için dayak yediler. Her gün demokrasi nutukları atan hükümetin belki de Kürt sorununda öncelikle çözmesi gereken devlet güçleriyle bölge halkı arasındaki bu nefret ilişkisini sonlandırmak olmalıdır. Ne polisin halka, ne halkın polise güvenmediği bir ortamda demokrasinin filizlenmesini beklemek hayaldir.
Şimdi gelelim şu belgesele. Belgeselde birçok kez Türkiye'nin o dönemdeki istihbarat başarısına değiniliyor. Aponun Suriye'de yaşadığı yeri tespit eden İstihbaratın ardı ardına yaptığı suikast planları ayrıntılarıyla anlatılıyor. Tabii ki bunlar başarılı olamıyor ama Türkiye bu sefer diplomatik baskıyla Suriye'yi köşeye sıkıştırıyor. Hatta o dönemin Cumhurbaşkanı Demirel bir röportajında Suriye sınırına yığınak yapan Türk ordusunun gerçekten savaşmayı göze aldığını söylemişti. Bu ciddiyet karşısında Aponun, Kenya'da yakalnmasıyla sonlanacak kaçış serüveni başlıyor.
İtalya'da saklanan Apo yine Türk İstihbaratı tarafından adım adım izleniyor. Hatta hatırlarsanız Türk gazetecileri bile Aponun kaldığı binayı göstermişlerdi. Aponun kaldığı evin sokağına girişler yasaklanmış, Apo İtalyan ajanları tarafından korumaya alınmıştı. Yine bu dönemde suikast planları ortya çıkıyor. Sonuçta ABD burada devreye giriyor.
Belgesel, ciddi anlamda Türk istihbarat gücünü ortaya koyan ifadeler kullanıyor. Belli ki o zamanki dönemde MİT hem Ortadoğuda ve PKK içinde hem de yurtdışında büyük bir operasyonal güce sahip.
Belgeselde bahsedilmesede şunu söylemek gerekiyor. Türkiye Apoyu yakalamakla ne yazık ki terörü ABD'nin de desteğiyle sonlandırdığını düşündü. Belli bir dönem terörün susması da bu görüşü güçlendirdi. Ancak terör bugün yeniden güç kazandı ve MİT eski operasyonal gücünü bölgeden çekildiği ve PKK kadrolarında yaşanan değişim nedeniyle kaybetti. İşte belki de bugün Dağlıca baskınları ve Aktütün baskınlarını bu opresyonel gücün kaybına bağlamalıyız.
Her ne kadar bugün Aponun yakalanmasından daha çok çözüme yakın gibi gözüksekte bu adımlar, terörün sustuğu o dönemde atılsa, Gaffar Okkan gibi isimler bölgede güç kaybetmek istemeyen isimlerce katledilmeseydi bugün farklı bir Güneydoğu'dan bahsedebilirdik.