Soğuk savaş yıllarını hatırlayın, her devletin kendi dünya görüşüne göre bir darbeyi desteklediği yıllardı. Türkiye'de de darbe karşıtıyım diyen birçok siyasetçinin kendi politik duruşuna göre darbeleri desteklediğini gördük hatta hâlâ görüyoruz. Honduras'ta olan darbe ise bize yeni bir dünyanın kapılarını açtı. Artık zamanında Latin Amerikayı kana bulayan darbeleri destekleyen hatta bizzat katılan ABD şimdi arka bahçesinde hemde muhalif olduğu bir lidere yapılan darbeyi açıkça kınıyor.
Tabii ki buna göstermelik olarak bakanlarda olacaktır. Ama göstermelik bile olsa anlayış değişimi yaşandığını kabullenmek gerekir. Türkiye'de de kendimde de fark ettiğim üzere son anayasa değişikliğine çok fazla şekilci yaklaştığımızı farkettim. Evet geceyarısı ve birazda diğer partilerin uyanık olamamasıyla anayasa ile çelişen bir madde yasalaştı. Bu madde askeri mahkemelerin görev sınırlarını değiştiriyor ama tam sınırları belirlemiyor deniyor.
Anayasanın askeri mahkemelerin görev tanımlamasını içeren maddesiyle çeliştiği de ortaya konuyor. Ama kim ne derse desin bu yasa Türkiye'de bir iktidarın ilk defa açıkça askeriyeye kafa tutması olarak algılanmalı. Evet yeterli değil ve bence de samimi değil. Özellikle sivil yargının bile bağımsızlığı şüpheliyken önce bu bağımsızlığı ortadan kaldıran kurumların kaldırılması gerekirken bu yasanın tartışılmadan tek başına çıkması manidar.
Oysa tartışılsa kimin ak kimin kara olduğu ortaya çıkacaktı. Bana sanki CHP'nin 15. madde hamleisne karşı yapılmış gibi geldi. Ama CHP'nin bu yasaya karşı savunduğu argümanlar bende askerin sivil mahkemelerde yargılanmasına karşı duruyorlar hissini uyandırdı. Askeri yargıçların sicil amirlerinin komutanları olması bile Genelkurmay Başkanı'nın aksini savunmasına rağmen yargıçların bağımsız olmadıklarını ortaya koyuyor. Zaten bir mahkemenin Genelkurmay'a bağlı olması, askeri Yargıtay'ın varlığı bunlar sağlıksız bir demokrasiye işaret eder.
İşte bu noktada Cumhurbaşkanı'nın yasayı geri göndermesi ve yasanın tüm kamuoyu önünde tartışılarak, önündeki engeller kaldırılarak yürürlüğe girmesi gerekir. Tabii ki gönül isterdi ki hem askeri hem de sivil yargının bağımsızlığını sağlayacak adımlar da bu yasayla birlikte atılsın. Hala bu ülkede yargının bağımısız olduğunu iddia edenler var. Adalet Bakanı'nın başında olduğu bir HSYK'unun hükümetin baskısı altında karar vermediğini kim söyleyebilir? Hakim ve savcıları atamakla görevli böyle bir kurumun hükümetin etkisi altında olmasının da 12 Eylül'ün bir mirası olduğu unutulmamalı.
Ama beni asıl üzen hala bu ülkede 12 Eylül'ün bir kurumu olarak hayatımıza giren MGK'nın gündemi belirleyebilmesidir. Yine 12 Eylül kurumu olan YÖK'ün kaldırılmasını ülke menfaatlerine uygun olmadığını söyleyebilen "solcuların" olmasıdır. Daha 29 sene önce gerçekleşen bir darbenin bile izlerini silemeyen bizler nasıl olacakta 28 Şubat'ın 27 Nisan'ın hesabını soracağız. En yakın örnek, 27 Nisan'da yeterli tepki verdiğini düşünmesem bile AKP dışında askere haddini bildirmeyi göze alabilen kim vardı? CHP'nin 27 Nisan hakkında susmuş olması nasıl bir darbe karşıtlığıdır.
Artık bu ülkede ve dünyada herkes bilmeli ki bana dokunmayan darbe bin yıl yaşaın kavramı çoktan tarih oldu. Her ne kadar bu boşluğu dolduracak egemen güçler ortaya çıkacak olsalar da artık her türlü darbeye taraf tutmadan hayır demesini öğrenmeliyiz.Çünkü darbe tarafgirliği yapan siyaset anlayışı bugünden itibaren tarihin çöplüğüne gönderilmiştir.