Biz ne dersek diyelim, her ne kadar kendimizi modern dünyanın merkezine yerleştirmeye çalışsak da Orta Asya'da göçebe yaşam süren, yurtlarda yaşayan, at üstünde savaşan ataların torunlarıyız. Tabi burada Türk kökenlileri kastediyorum. Ama Kürtlerin de çok farkı yok, onlarda hala dağlarda çobanlık yapan, göçebe yaşam süren büyük Kürt aşiretlerin evlatları. Belki bu kadar birbirimize benzememiz, bu kadar iktidar meraklısı olmamızda bu aşiretsel kökenlerimizin benzeşmesinden ileri geliyordur.
Bugün asker olsun, polis olsun ya da siyasetçi olsun hatta onu bırakın ufacık bir köyün muhtarı olsun, bu ülkenin topraklarında yaşayan halk, oturduğu koltuklara sahiplenen ve bırakmayan bir yapıda. Burada aslında 28 Şubat soruşturması, 12 Eylül soruşturması derken değişen iktidar odaklarına değinmek için böyle bir giriş yaptım. Çünkü bu ülke insanını tanımadan, bu iktidar ilişkilerini anlamlandırmanın mümkünatı yok. Aslında bu ülke insanını bir kalıba sokmak, genel bir profil çizmek her zaman için sakıncalı. Ancak bugün iktidara sahip olan ve iktidarın peşinde koşanların benzer bir kalıptan çıkmışcasına 50, 60 yıl önceki politik söylemleri sahiplenmesi bize başka çare bırakmıyor.
Bu ülkede 50, 60 yıl öncede iki partili bir politik yaşam vardı. Halka iki parti dışında seçenek sunmayan ya da sunamayan bir demokrasiyi gerçek bir demokrasi olarak görmek bana göre hatalı. Ve evet Amerika'da da yaşanan demokrasi, demokrasinin piyasaya uygun hale getirilmiş, evcilleştirilmiş, kırpılmış sahte bir şeklidir. Neyse işi farklı yerlere taşımayalım, sonuçta bize lazım olan bu ülkedeki demokratik gelenek. Aslında bizde de 27 Mayıs sonrası oluşan siyasi tabloya bakılırsa, belli ki siyasette gerçek anlamda çok partili bir rejim için düğmeye basılmış. Basılmış diyorum çünkü, nedense bu ülkede, siyasilerin ülke üzerinde yarattığı faşizan korku atmosferine asker dışında müdahil olmaya çalışan bir halk kitlesi yok. Bunda şimdiye kadar Türk devletlerinde sivillerin değil askeri gücü elinde tutanların iktidara sahip olması gerçeğini yattığı bir gerçek. Biz Türkler ne kadar demokrasi sevdalısı gibi davranırsak davranalım, bizde askerin yeri çok farklı. Askerin bu kadar siyasi güç haline gelmesi de bu yüzdendir.
Onun için öncelikle bu 27 Mayıs ile başlayan, 27 Mayıs sonrası yönetimi bırakmak istemeyen Alparslan Türkeş'in başını çektiği 14'ler'in askeri iktidar sevdaları, Talat Aydemir'in darbe girişimleri, 12 Mart öncesi önü kesilen 9 Mart darbe girişimi ve ordudan uzaklaştırılan solcu subaylar, 12 Mart, 12 Eylül ve en son olarak 28 Şubat'ta Sincan'da tankların gövde gösterisiyle başlayan askeri muhtıra. Bugün her ne kadar gerçekçilikleri konusunda şüphe olsa da Balyoz v.b. girişimleri de söylemekte fayda var. Peki ama bu karmaşık siyasi hayat karşısında şimdiye kadar Türk halkı nasıl bir tepki göstermiş. Ne yazık ki bu ülkenin halkı, askere ve askeri otoriteye o kadar bağlı, o kadar saygılı ki, 12 Eylül döneminde Evren'in işkence olmadığı iddialarına bile inanılıyordu.
Peki ama bu ülkede asker darbe üzerine darbe yaparken siyaset ne yaptı? Bu ülkede siyaset başta da bahsettiğim üzere iki ayrı eksende devam etti. Birisi muhafazakar sağ dediğimiz, içinde İslamcısından, milliyetçisine, dindarından, mazbut Anadolu insanına kadar geniş bir kitleyi alan siyasi hareketler. Bir diğeri ise yine aslında muhafazakar ama mevcut rejim yanlısı, Atatürkçü, kendini laik olarak tanımlayan, ya da emeğinin karşılığını alamamış kendi haklarını savunacak bir parti arayan kesimlerin desteklediği partiler. Zaten bütün mesele daha laik olan bu kesimin, emekçinin hakkına hukukuna ne kadar sahip çıktığı ile ilgili olarak daha geniş bir kitleye hitap edebiliyordu. Ama ne zaman bu görevden kendini azletti, bugün aslında sermayedarın temsilcisi olan AKP'nin, emekçinin de nasıl oluyorsa oyunu almasına yol açtı. Tabii ki bunda 12 Eylül sonrası budanan sendikalar ve yine 12 Eylül sonrası sendika başkanlarının semirmesi gibi etkenlerde göz ardı edilmemeli. Emekçinin aidatıyla göbek bağlayan başkanlar, yönetimler bugün hala aynı kafada. Hükümetlerin, sermayedarın eteğinden ayrılmayan bu sendikaların bugün bu kadar güçlenmesi ve zenginleşmesi de çok şaşılacak bir durum değil. Belki bugün solun parçalanması, gerçek sosyal demokratların halen CHP'ye soğuk bakması da bu uzaklaşmadan ileri geliyor.
Yani görüyorsunuz bu ülkede iktidara kim sahip olursa olsun durum değişmiyor. Bunun değişmemesinde bizim şu göçebe geleneklerden kalma, iktidara saygı duyma töresi yatıyor. Kürtlerinde aynı aşiret yapısından geldiği düşünüldüğünde bu ülkede ne kadar zaman geçerse geçsin iktidarların hep birbirine benzemesinin de sebebi bu olsa gerek. Bu ülkede eğitim sistemleri, çocukları eğitmekten çok mevcut iktidar yapısını korumayı hedeflerse, (Sadece 4+4+4 değil, 28 Şubat'ın eseri 8 yıllık eğitim ve önceki bütün eğitim sistemleri) darbe yapan, muhtıra yayınlayan askerlerden tutun, karakolda işkence yapan Polis'ten, Güneydoğuda faili meçhullara karışan asker, polis v.b. devlet yetkilerine bu ülkede iktidar sahibi olan herkes, karısına, kızına, oğluna söz geçirmeye çalışan koca dahil herkes, üzerinde etkisi olan çevreyi değiştirmeye, kendine göre biçimlendirmeye çalışıyor.
İşte bu iktidar hırsı belki bizi hayatta başarılı kılsa da, bu ülkenin en temel sorunların hepsinin altında bu koltuk sevdası yatıyor. Düşünün 23 nisanda bile çocuklara koltuğa sahip olmanın önemini sürekli olarak empoze ediyoruz. Türkiye'de eğitim sisteminden itibaren daha paylaşımcı, iktidara değil bu topluma hizmet etmeyi, köşe dönmeyi değil emeğiyle çalışmayı temel alan bir eğitim sistemi olmadan geçmişin iktidar hırsı bizi boğmaya devam edecek. Bugün bu ülkede sivil ya da askeri darbelerin önü kesilmek isteniyorsa, devlet içindeki oligarşik yapılanmalar engellenmek isteniyorsa bu çocuklarımızdan başlamalı. Ailelerin, askeri okulların, Polis akademilerinin yani bu ülkede eğitimin her seviyesindeki bütün kurumların artık yeni bir Türkiye için beraber hareket etmesi lazım. Çünkü biz askeri darbeler karşısında, sivil otoritenin baskıları karşısında, yargıda v.b. iktidar alanlarında oluşan oligarşi karşısında ses çıkarmadıkça ekonomik kalkınma bizi ancak bir yere kadar idare edecektir.
Amaç bölgeye hatta dünyaya örnek olmak hani o bahsedilen lider ülke olma hayalini gerçekleştirmekse bizim ekonomiden önce komple bir temizliğe ihtiyacımız var. Çünkü bu bölgede barış istiyorsak önce kendi içimizde barışı sağlamalıyız. Bu da birilerini kendimize benzetmekle olmuyor. Ama belli ki biz kimin ne dediğini umursamadan kendi dünyamızda yaşamaya, başkalarının fikirlerine saygı duymadan yaşamaktan memnunuz. Bu millet keşke başı sıkışınca, yumurta deliğin ağzına gelince değilde o yumurtanın deliğe düşeceğini görüp harekete geçebilecek bir yapıya gelse. Hala aynı kafada devam eden bir iktidar, darbeyle hesaplaşmanın kişilerin dışında bir anlayışla hesaplaşmak olduğunu anlayamayan bu ülkede söylediklerim hayal gibi. Sen sekiz senelik eğitim sistemini kaldır ama yerine daha garabet ve aslında aynı fikirsel temele, toplumu benzeştirme tezine oturtan bir eğitim sistemini hayata geçir.
Ne diyelim inşallah bu ülke düzelir de en azından biz değilsek bile çocuklarımız o güneşli günleri görür.