İçimden geçen 12 Eylül



Aslında amacım 12 Eylül davasından bahsetmek değildi. Hani o bahsettiğim bahar havasının üzerimde yarattığı değişimin emarelerini gün yüzüne çıkarıyordum sadece. Ama bir baktım insanların sorunlarından bahsetmeye, onların canı gönülden dinleme arzumu anlatırken birden bu ülkenin birbirini dinlemeye ihtiyacı olduğu günlerini anlatmaya başlamışım. Tabii ki o günleri anlatınca güya halkı için hareket eden bir ordunun nasıl bütün ülkeye kaosa sürüklediğinden de bahsetmeden olmadı. Öyle böyle derken bir baktım bugün ilk duruşması görülen 12 Eylül davasını yazmaya başlamışım. 


Umudu ve umutsuzluğu bir arada yaşadığım günlerdeyim. Hayatımda hep karşılık beklemeden sevdim, karşılık beklemeden başkalarını düşündüm ve iyilik yaptım. Sadece kuru bir teşekkür bile beni mutlu etmeye yeterdi. Ama ya şimdi hala aynı adam olmak hala o çocuksu masumiyeti taşımak ne kadar insanı mutlu edebilir? İnsanoğlunun bu kadar içten pazarlıklı olduğu bir çağda samimiyetle kucak açmakla ne elde edebiliriz. Ama gelin birde bunu kalbime anlatın. Ama hiç kızmaz bağırmaz mı bu gönül? Haksızlığa, tüm karşılıksız iyiliklere rağmen vurdumduymaz tavırlara ve nankörlüğe karşı hep isyan bayrağı açmaya hazırdır aslında. Son ana kadar anlamak, dinlemek ister. Başkalarının dertlerini dinlemekten kendi dertlerini unutan bir gönül. Düşünün etrafımdaki insanların dertlerinin büyüklüğü karşısında hayata karşı kayıtsız olabilmek ne mutlu bir özelliktir aslında. Hayatın tüm sillelerine rağmen her seferinde benim yaşadıklarım okyanusta damla kadar önemsiz, oysa o okyanusları taşıracak kadar büyük dertleri olan insanlar var diye düşünen bir gönül.


Belki onların dertlerini abartıyorum gibi geliyor ama gerçekten bizim neslimizin anlamsız acıların yaşandığı anlık hayatların kurbanı. Oysa eski kuşakların yaşadıklarını ya da bugün bu ülkenin doğusunda asker ya da sivilin yaşadıklarını yaşasak herhalde çoktan karanlığı boylamış olurduk. Ya da tam tersi öyle boş bir nesil geliyor ki eskiden bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan büyük kalabalıkların tehlikesi vardı. Şimdi ise edindiği yarım yamalak bilgiyle fikir sahibi olan bir nesil var. En azından diğeri bilgi sahibi olmadığı için bir yerden sonra susmasını bilir. Ama yanlış ve eksik bilgiyi doğru kabul eden birisini yönlendirmek çok daha kolaydır. Hani o 1968 gençliğinden bahsedilir. O gençlik hareketlerinde solda da sağda da-ki özellikle sağda- liderlerin dışındaki sokaktaki partizanların yarım yamalak ezbere bilgilerin üzerine inşa ettikleri bilgileri vardı. Çünkü liderler bilirdi ki eğer her şeyi bilirse karşı taraftakini anlayabilme gibi bir tehlike ortaya çıkar. Eğer karşıt görüşü anlama gibi bir "hataya" düşerse o zaman o "yüce" dava zarar görecektir. Oysa o savunduğumuz davalar daha iyi bir dünya hayali üzerine kurulu. Hangi tarafta olursanız olun herkes kendine göre bir dünya tahallül edecektir.


Ama tüm bunlara rağmen, tüm bu anlaşmazlıklara rağmen bu ülkede sol ve sağı birbirine kırdıran askeri rejimler sonrada anarşi bahanesiyle bu ülkenin tekrar üzerine çöreklendi. Bugün aslında tarihi bir gün ve bundan bahsetmek gerekiyor. 1971 muhtırası sonrası bu ülkeyi 12 Eylül ortamına hazırlayanlar daha sonra bu ülkenin yönetimine el koymuştur. Hala bunu anlamayan insanlar için yakın tarihimizi incelemelerini öneririm. Bu ülkede sağ sol çatışmalarının 71 sonrası silahlı çatışmaya dönmesi bir tesadüf müdür mesela? İstanbul Üniversitesi önünde yapılan saldırı, 1 Mayıs 1977'de taksim meydanında açılan ateş, Bahçelievler katliamı hatta belli sol örgütler arasında yaşanan sokak çatışmaları. Fatsa'ya yapılan müdahale, Ecevit iktidarında yer altına gömülen erzaklar, yine nedense Ecevit iktidardayken yapılan Maraş ve Çorum katliamları ve ordunun sanki sıkıyönetim için olaylara müdahil olmama tavrı. Bence bu olayları bir bir inceleyin ve 12 Eylül bu ülkede nasıl göz göre göre gelmiş görün.


Birde şöyle diyenler var, bakın yetmez ama evet dedik ne oldu?  Yok siz hayır dediniz yani 12 Eylül darbesinin yargılanmasına karşısınız. Oysa referandum zamanında hayır çünkü elmalarla armutları karıştırıyorlar, 12 Eylül yargılanacak derken bu ülkede AKP hegemonyası kuracak yasal zemini de onaylatıyorlar dediğimizde ancak yetmez ama evet diyebilmişlerdi. Bende şöyle demiştim demokrasi ya vardır ya yoktur. Eğer sadece 12 Eylül ve bir iki anayasal iyileştirme için AKP hegemonyasını kabul etmek bize demokrasi getirecekse hiç getirmesin. Bugün yargıda, hükümetin medyaya karşı tutumunda, gazetecilerin içeri alınması gibi durumlarda bu yetmez ama tavrının izlerini görmek mümkün. Bu hükumet 12  Eylül'ü yargılanması için ayrı bir yasal düzenleme yapamaz mıydı? Bana söyleyin bu mecliste hangi parti 12 Eylül'ün yargılanmasına karşı çıkma ahmaklığına erişebilir. Lütfen yetmez ama evet diyen arkadaşlar fikirlerinize saygı duyuyorum ama bunları bize empoze etmeye kalkmayın. Bu empozeyle neyi kanıtlayacaksınız onu da anlamak mümkün değil. Bir kere bakalım duruma 12 Eylül davası görülüyor ama sadece üst düzey subaylar yargılanıyor. Oysa Selimiye kışlasından, Diyarbakır cezaevine kadar bu toplumsal kıyımda rolü olan herkes yargılanmalı, cezasını çekmelidir. Çekmelidir ki kimse bir daha bu ülkede demokrasiye kendince balans vermeye kalkmasın. 


Belki yazının başı biraz anlamsız gibi oldu ama bugün beni idare edin. Siyaseti kendi kişisel dünyamda süzerek size ulaştırdığım içimden gelerek kaleme aldığım bir yazı oldu. Ne kadar 12 Eylül'ü anlatıyor ya da anlatmaya çalışıyor bilmem ama dünyaya karşı nasıl durduğuma dair ufak bir içe dönüş oldu. 

1 Yorumlar

Görüşlerinizi paylaşın

  1. Merhaba,

    Yeni Güncel Blog Adresiniz Açıldı: www yorumlasak com

    YanıtlaSil
Daha yeni Daha eski