18 Mayıs'ta yeniden doğmak


                                                   *


On sekiz mayıs daha geçen seneye kadar bana pekte anlamlı gelmeyen bir tarihti. Ama işte Aralık ayının 12'sinde birliğime teslim olmuş, 16 Mayıs 2011'de terhis olmuştum. Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir, iki gün Malatya'da kalmak durumundaydım ve İstanbul'uma bir 18 Mayıs günü kavuşabildim. 


16 Mayıs Pazartesi günü, sabah düzenlenen tören sonrası, Tabur komutanımız ve çok değer verdiğim Binbaşı Haldun Ülke bizi tek tek uğurladı. Bana burada yaşananları bir yıl yazma diye şaka ile tembih etti. Aslında daha oradayken bir şeyler yazmıştım ama sözümü tuttum ve Cuma günü sonrası yaşadıklarımı ve şahit olduklarımı yazmaya başlayacağım. Asker ocağında bize bir baba gibi sahip çıkan, askerlerine şefkatini ve iyi niyetini sonuna kadar gösteren böyle bir asker tanımak, askerlere olan güvensizliğimi de bir nebze olsun ortadan kaldırdı. Bu açıdan Haldun Binbaşı'ma buradan selam ederim, bana insani değerleri koruyabilen komutanlarda olduğunu kanıtladığı için.


Gelelim yazının asıl konusu olan 18 Mayıs'a. Bu sene 18 sayısı benim gibi bir Fenerli için pek hayırlı olmadı. Sevdiğim kadına bir 18 Mart akşamı açıldım ve reddedildim.  Bu sene Galatasaray'a 18. şampiyonluğu hediye ettik ve yine sevdiğim kadının 18 Mayıs'ta doğum günü var ama ben ne yapacağımı bilmiyorum. Zaten kaderin bir cilvesi herhalde ben 18 Mayıs günü İstanbul'a kavuşmuştum. Sevdiğim şehre kavuştuğum tarih sevdiğim kadına kavuşmamı sağlar mı, pek umudum yok. Aralık ayında Malatya'ya ayak bastığımda tam 16 yıl önce terk ettiğim bu küçük Anadolu şehri beni yıllardır görmediği ilk aşkını bekleyen bekleyen mahsun bir kadın gibi karşılamıştı. Bir yandan seviniyordu ama bir yandan da kızgındı bana. Ve şimdi gönlümde başka bir şehir İstanbul tahtını kurmuştu. Nasıl yarışabilirsin böyle bir şehirle. Bir tarafta denizlerin çocuğu, karmaşa, kaos ve beton çöplüğüne rağmen herkese kucak açmaya çalışan, dünyanın en büyük güzelliklerini, dünyanın en büyük çirkinlikleriyle harmanlayıp bize sunan eski ama bir o kadar güçlü bir şehir. Diğer yanda ise Anadolu'nun kavruk çocuğu, birkaç caddelik bir medeniyetle Anadolu'nun o karşılıksız sevgisi elinde olan bitenle sunmaya çalışan bir şehir. Ama ikisininde gönlümde yeri başka. Ben Malatya'da geçirdim çocukluğumu, ilk kez bu şehirde aşkı tattım. O yüzden bir başkadır benim için Malatya, çocukluğuma, masumiyetime dair ne varsa bu topraklarda saklıdır.


Aslında 16 Mayıs akşamı ya da 17 Mayıs sabahı İstanbul'a dönebilirdim. Ama orada adaşım olan dedemin mezarı vardı ve ben onu ziyaret etmeliydim. Orada yaşayan kivrelerimin yanına gittim. Zaten neredeyse her çarşı izninde onları ziyaret ederdim. Hem geçmişte, hem de bugün üzerimde çok büyük emekleri vardır, inkar edemem. Sabah uyandım, Malatya merkezden aslında askerliği yaptığım Çakmak kışlasının dibinde olan Malatya Şehir Mezarlığına doğru yola koyuldum. Dedem öldüğünde yani 1991 yazında mezar daha yeni yapılıyordu ve o günü dün gibi hatırlarım. O zaman ne kadar da kocaman gelmişti mezarlık bana. Ama geçen sene ziyaret ettiğimde gördüm aslında hiçte bildiğim kadar büyük değilmiş. Çocuk gözüyle dünyayı ne kadar büyük ve masum görüyormuşuz. Keşke dünya gördüğümüz kadar masum ve büyük olsa. Ama işte büyüdükçe daha da küçülen ve daha da çirkinleşen bir dünyada yaşamak, en zoru da bu olsa gerek.


Neyse dedemin mezarını ziyaret ettim, mezar bakımsızlıktan otlarla dolmuş, toprak nemlenmişti. Yıllardır Malatya'ya ne biz ne de Ertuğ sülalesinden hiç kimsenin ayak basmadığı düşünüldüğünde normal geliyor. Neredeyse yarım saat boyunca dedemin mezarını temizledim. Aslında dedemle aramızda taşıdığım isim dışında pek bağ yoktu. Onu daha çok annemle olan tartışmalarıyla hatırlarım. Doğrusu annemin saatlerce ağladığına ve üzüldüğüne şahit olmamdan kaynaklı olsa gerek dedemi pek sevmezdim. Ama sonuçta dedem olduğundan, mezarı temizlerken duygulandığımı ve geçmiş güzel günlerimi hatırlayıp ağladığımı itiraf edeyim. Hatırlıyorum da dedem öldüğünde ağlayamamıştım. O kadar küçük bir çocuk için karne gününde, evinde bir yabancı olarak gördüğü dedesini kaybetmesi çok derin bir iz bırakmalıydı. Ama bırakın ağlamayı hiçbir şey hissetmediğimi o kadar net hatırlıyorum. İnsanlar üzülmediğimi düşünmesin diye zorla gözyaşı döktüğümü bile  hatırlarım. Hal böyleyken geçen sene dedemin mezarını temizlerken acaba o gün gözümden akmayan yaşlar mı döküldü artık bilmiyorum.


O gün kirvelerime ve beni yetiştiren Alev ablama geri döndüm. Yıllar o kadar geçmesine rağmen güzelliği ve iyi niyeti hala eski yerindeydi. Malatya'da hatırladığım gibi bulduğum tek şey Alev abla oldu. Aslında birçok şey değişmemişti ama ben hiçbirini öyle hatırlamıyordum. Alev ablam ise yine aynı kadındı. Ben işte o yüzden hiçbir kadına nefret besleyemem. Bir tarafta annem bir tarafta Alev ablam bana koşulsuz sevgiyi öğretti. Kadınlara karşı önyargılı ve nefrete dayalı bir bakışım yoksa bu iki kadının bundaki payını görmezden gelemem.


Tarih 18 Mayıs'ı gösteriyordu ve ben Havaş'ın servisiyle Malatya'nın tek hava alanına doğru yola çıktım. Tam  5 aydır yüzüne, kokusuna hasret kaldığım İstanbul'a kavuşmak için 1 saat daha sabretmem yeterliydi. Her nöbete çıktığımda, tek başına kaldığımda aklıma her şeyden önce İstanbul geliyordu. O zaman Allah'a çok yalvarmıştım, İstanbul'a gidince kendi mesleğimi icra etme fırsatım olsun ama Allah'ım biliyorum belki darmadağın edecek beni ama aşık olmak istiyorum, tekrar bir kadın için hayatımı adama fırsatı istiyorum diye dua etmiştim. Belli ki Allah'ın sevdiği kullarındanım, ikisi birden gerçek oldu. Ama Allah'ım senden sevdiğim kadına bu sefer kavuşmayı da dilemiştim. Umarım o duamda kabul olur. Sanki böyle pazarlık yapar gibi oldu ama ne yapayım aşık oldum bir kere. İnsanın bilerek ve isteyerek acı çekmeyi istemesi, bir kadın uğruna hayatını alt üst etmeyi -daha o kadınla tanışmadan hemde- kabul etmesi artık nasıl bir aymazlıktır siz karar verin.


Aslında böyle kadere ve tarihlere pek öyle anlam yüklemeyi sevmem ama bu kadar da olmaz. Daha geçen gün yemekte konuşurken sevdiğim kadının yanında şöyle dedim. "18 Mayıs benim için çok önemli. Geçen sene Mayıs'ın 18'inde askerden dönmüştüm. Uçaktan indiğim anı hatırlarım, İstanbul'a ayak basmak sanki yıllardır özlemini çektiğin sevgiliye kavuşmak gibiydi" dedim. Belki çok ahmakça ama içinden geçtiği için söyledim bunları. Bilmiyorum nasıl karşıladı bunu. Bilmiyorum diyorum çünkü o kadar ketum bir kadın ki haliyle insanı çıldırtıyor. Ama beni deliye çeviren tüm kaprislerine, tüm ukala tavırlarına fazlasıyla aşık bir haldeyim. Çünkü bunları başkası gibi karşımdaki erkek erisin bitsin diye yapmıyor. Bunlar hayran olduğum karakterinin en önemli parçaları. Ukalalık yaparken bunu kimseye ders vermek için değil gerçekten bildiği şeyleri paylaşmak için yapıyor. Bunu kendimde yaptığım için böyle insanlardan nefret etmem mümkün değil. Yani bu sefer erkekleri kendinden kaçırdığını düşündüren bu özelliği tam tersi bir işlev görüyor. Buradan ona bir tüyo vereyim bari. Eğer ahmakça hareket eder, anlamsız kaprisler yapar ve benim damarıma basarsa belki ondan nefret edebilirim. Damarıma basmak konusunda yeterince bilgiye sahip olduğunu düşünüyorum. Ama illa bu konuda daha etraflı bir bilgi isterse direkt bana başvurabilir.


İşte 18 Mayıs, İstanbul'a hiç bir zaman terk etmeyeceğim bu şehre yeniden kavuştuğum tarih. Sevdiğim kadının doğum gününü ilk öğrendiğimde önce pek anlamamıştım bu tarihin önemini. Ama geçen ay askerliğimi düşünmeye başladım ve o anda 18 Mayıs günü İstanbul'a döndüğümü hatırladım. Yok artık olamaz dedim kendi kendime. Sonra 18 Mart Pazar günü çıkma teklif ettiğim aklıma geldi. Nedir bu 18'in hayatımdaki anlamı daha çözebilmiş değilim. Tam üç gün var, onun doğum günü ve benim İstanbul'a tekrar kavuştuğum güne. Teklifimi kabul etmedi ama ona göre hala arkadaşız. Ben hala alışma aşamasındayım ve size itiraf edeyim bu konuda çokta başarılı değilim. Hani ona pek çaktırmıyorum ama içim içimi yiyor. O Cuma günü çalışıyor ama ben dergideyim. Aklıma bin türlü senaryo geliyor bir şekilde o gün gitsem mi yoksa Cumartesi günü ona hediye mi versem diye. Garip olan daha ona ne hediye alacağıma bile karar veremedim. İnsan sevdiği ama sevgilisi olmayan ve kendisini arkadaş olarak gören bir kıza ne alabilir? Benim yanıtını bulamadığım bir soru. En yakın arkadaşıma göre bu kız öyle yanıp tutuşulacak kadar güzel ve alımlı değil. Ama bunu gelin kalbime anlatın siz. Şu anda o benim için dünyanın en güzel kızı. Zaten hem zeki hem de dünya güzeli bir kadını bulsak bile kalbim bile ona aşık olmaya korkar. Şunu unutmayın aşk bir tercih yaptıysa bir bildiği vardır. Bazen onu sorgulamadan dediklerini yapmak gerek. Belki dünya güzeli değil, belki bazılarına göre çirkin bir kadın. Ama ben hayatımda onun kadar içten gülen, üzüntüsü ve sevincini sonuna kadar yaşayan, İstanbul gibi bir anda yağmurlu ve bir anda güneş açabilen bir kadın tanımadım. Ben belki de İstanbul gibi bir kadın arıyorum. Mağrur, gururlu, çirkinliğini bile gururla taşıyan bir kadın arıyorum. Hem aynaya bakmak lazım biraz, hangimiz mükemmel bir güzelliğe sahibiz. Bizim bu mükemmel kadın profilimiz değil mi günümüz kadını depresyona ve mutsuzluğa iten.


Neyse arkadaşım yanlış anlamasın beni, ona kırılmış filan değilim. Biliyorum benim iyiliğim için söyledi bunları, gördüklerini paylaştı. Ben ona aşkla baktığım için resmindeki sivilceler bile güzelliğinin bir parçası. Hani onu çirkin olarak görsem bile aşkım fiziksel değil duygusal olduğu için pek değer kaybetmez. Ondan vazgeçmemin tek yolu kalbimi kırması. Ve galiba ya kalbim kırılacak ya da onun sevgisiyle dolup taşacak, arası yok.



 *Bu çizim kendimce onu anlatıyor. Ne kadar başarılı bilmem ama dedim ya kendimce. VÖE

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski