Provokasyona değil bayrama geldik







Bugün 1 Mayıs'tı, işçinin, emekçinin, haksızlığa uğrayanın, ezilenin, sömürülenin kısacası hakkını aramak isteyen herkesin meydanlara inmesi gereken dünyanın en anlamlı bayram günüydü. Bugünün bayram yapılması nedeniyle AKP gibi faşizan bir yönetime teşekkür etme çelişkisine bizi soktukları için sözde solcu eski bazı hükümetlere ne demek lazım pek bilmiyorum. 


Ama bu durumun bir mükafat değil zaten hakkımız olduğu düşünüldüğünde kimin verdiğinin değil kimin aldığının önemi ortaya çıkıyor. Özellikle DİSK öncülüğünde 2007 yılında yani katliamın 30 yılında Taksim'e bırakılan çelenk sonrası 2008'de yine bir kısım sol grubun Taksim'e alınması ve en sonunda toplumsal baskılara dayanamayan AKP hükümetinin 1 Mayıs'ı bayram ilan ederek bayram ilan etmesi sonrası 2010 ve 2011 en sonunda da 2012 yılında Taksim meydanı tekrar emekçilere açıldı.


Bu sene kutlanan 1 Mayıs'ın ise geçmiş senelerden bir farkı var. Belli ki hükümet sendikaların hep beraber hareketi sonucu kaybettiği Taksim kalesine tekrar egemen olmak adına belli hamleler yaptı. Önce provokasyon iddiasıyla bugün toplanan kalabalığın daha coşkulu olmasının bir nevi önüne geçti. Geçtiğimiz senelerde yaşanan coşku ve şenlik havası sanki bu sene yeterince yoktu. Gerçi haksızlık yapmayalım, halaylar çekildi, "Faşizme karşı omuz omuza" sloganları her yerdeydi. Ama yok mu şu provokasyon söylentisi, ister istemez insanları içten içe gerdi. Polislerin meydanın dışında kalması ve kalabalığın istediği gibi eğlenmesi ise şimdiye kadar rastlamadığım ölçüde Polis'ten beklenmeyen bir tavırdı. Daha önce bütün solcular toplanmışken iki dayak atalım düşüncesine sahip Polis bu sefer fazlasıyla esnek davrandı. Ve üç sene sonunda şu görüldü, insanlar boşuna yıllardır 1 Mayıs Taksim'de kutlansın diye uğraşmıyordu. Sırf bu yasak nedeniyle bu ülke yıllarca büyük bir 1 Mayıs gerginliği yaşadı. Peki ne için 1977 1 Mayıs'ında insanların üstüne ateş açılması nedeniyle yaşanan katliamı sanki emekçiler gerçekleştirmiş gibi Taksim meydanı emeğe, emekçiye kapatıldı. 


Ancak bizim gibi 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması için yazmaktan başka bir şey bilmeyenler için bu bayramda meydanlara çıkmak biraz ayıp gibi bir şeydi. Tabii ki herkesin o meydana çıkma hakkı var ama yıllarca dışarıdan bakıp ya kardeşim niye etrafı yıkıyorlar, Taksim olmasa ne olur deyip şimdi o meydana çıkıp faşizme karşı omuz omuza yürümek ne kadar inandırıcı olur. Tamam benim böyle bir söylemim olmadı her zaman Taksim'in 1 Mayıs için önemli bir mekan olduğunu savunurum. Özellikle Polis kendi gününde meydanı istediği gibi kapatıp törenler yaparken halkın meydana alınmaması nasıl açıklanabilirdi ki. Madem provokasyon ihtimali var, Polis'in işi ne orada? Taksim'i kapatınca provokasyonun önü her zaman açık değil miydi? Bu sene Vali'nin yüksek müsadesiyle Taksim'in bayramın merkezi ilan edilmesi de başka bir kriz noktası. Hani bizden bir Allah razı olsun bekliyorlar herhalde. Kusura bakmasınlar o meydan verseler de, vermeseler de bizim.


AKP'nin diğer planı ise sendikalar arasında yeniden gerilim yaratmak. Bu sene sadece DİSK ve KESK Taksim'e çıktı. Aslında bir anlamda provokasyon ihtimali söylentisini güçlendirme çabası da vardı. Türk-İş gibi TEKEL mücadelesinde gerçek yüzü tekrar ortaya çıkan Türkiye'nin en esnek sendikası. Hak-İş gibi nerede durduğu hep belli olan ve bu açıdan Türk-İş'e göre daha saygı duyduğum faşizan bir sendika. Memur-Sen gibi cemaate yakın olan ve Kamu-Sen gibi daha milliyetçi bir memur sendikası. Bu arkadaşların farklı farklı meydanlarda toplanması ve Ankara Tandoğan'da Faruk Çelik'in kendi işçi sınıfına yönelik konuşması neyin neden yapıldığını daha iyi anlatıyor. 


Hatırlayalım, medyamız ne TEKEL eylemlerinde ne de Toplu Sözleşmeye karşı yapılan gösterileri gerçekçi bir şekilde ele almadı, alamadı. Özellikle NTV'de gördüğüm bir haberin yanlılığı bu süreci doğru okumamıza yardımcı olabilir. Memur Sendikalarının kıdem tazminatı hakkında tepkilerine başvurulan haberde Memur-Sen ve Kamu-Sen'den görüş alan kanal Türkiye'de yasaklara rağmen ilk memur sendikasını kuran KESK'e yer vermemişti. Yani aslında memur sendikalarının temelini atan ve bu sendikal varlığın oluşmasının temel nedeni KESK'in mücadelesi ve söylemi hiçe sayıldı. Bugün ise herhalde zorunluluktan 1 Mayıs'ta alanlara dolan kalabalıkları görüntülemek zorunda kaldılar. 


Canım artık "demokrat" hükümetimiz buna da kızmaz herhalde. İşte başka bir 1 Mayıs daha geçti. Bu noktada şuna bakmak gerekir. Acaba gerçekten sadece 1 Mayıs günlerinde mi emeği ve emekçiyi hatırlıyoruz? Yılın geri kalanında gerçekten de 1 Mayıs'a kadar boş ver mi diyoruz her şeye? Kendim için bu eleştiriyi kabullenmem ama böyle yaşayan solculara rastlamadım değil. Gerçi bu nasıl bir solculuktur orası da tartışmalı. Umarım AKP'nin son politikaları, işçinin emekçinin kazanılmış haklarına göz dikmiş bu faşizan hükümete karşı sadece 1 Mayıs'ta değil yılın diğer günleri de omuz omuza mücadele ederiz. 


Ama bu ülkede solun en büyük sorunu, çoğu kişinin solculuğu "aydınlık" kisvesi kazanmak adına kullanması. Bu markacı anlayış yüzünden ne solculuk bir yere gidiyor ne de sola karşı ön yargılarında kırılmasının önündeki en büyük engellerden biri. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski