TSK sardı dört bir yanımı





Bir yanda Tunceli'de şehit olan üç askerimiz, bir tarafta Selahattin Demirtaş'ın güya barış adına PKK teslim olmasın çağrısı, bir tarafta ise TSK'nın kendini kaf dağında gören burnu büyük tavırları. Böyle karışık, karmaşık hepsi birbirinden derin ve içi beni dışı hepimizi yakacak bu kadar şey nasıl aynı anda gündemde olabilir. Madem bu kadar gündemdeler, birbirleriyle ilintili şekilde ama hepsini bir arada değerlendirmenin sakıncalı olduğu bir yazı kaleme almakta yarar var. Sütten ağzımız yansa da yoğurdun üfleyerek yenmeyeceğini bilenlerdeniz. 


Öncelikle dün akşama, Selahattin Demirtaş ile Ali Kırca arasında yaşanan tartışmaya gidelim. Siyaset Meydanı'na Demirtaş'ı konuk eden Ali Kırca dün gece yine o eski Siyaset Meydanı havasını özlettirecek bir program ortaya koydu. Özellikle konuğuna karşı aldığı tutum, tavır ve davranışı belki kendine yakıştırabilir ama bir haberciye kesinlikle yakışmadı. Biz haberci olarak kendi görüşlerimizi en asgari düzeyde tutarak haberi, bilgiyi kamuya ulaştırmakla görevliyiz. Ali Kırca gibi yılların tecrübeli habercisi ve 32. Gün ekolünün en önemli habercilerinden biri herhalde bunu benden öğrenecek değildir. Tabii ki habercide insandır, onunda dünyaya bakışı vardır ama bu kadarda konuğu kışkırtacak, rahatsız edecek kadar taraflı olunmaz. Tamam konuğunu en doğru bilgiyi almak için, sözlerindeki çelişkiler için sıkıştırırsın ama gidip devlet ağzıyla savunma yapınca işin haber tadı da kaçıyor. Selahattin Demirtaş'a gelirsek eğer. Ben BDP'nin hala Kürt sorununun çözümü açısından önemli bir parti olduğunu düşünüyorum. Ama Demirtaş çıkıp PKK'ya teslim olma, silah bırakma diye seslenince biraz garip kaçıyor. Ben anlamıyorum, BDP kendini solda tanımlayan, 1 Mayıs gösterilerine katılan bir parti. PKK gibi faşizan amaçları olan, Kürt sorununu çözmeyi değil Kürt devleti kurma hayali kuran milliyetçi bir terör örgütünü desteklemekle nasıl sol olduklarını düşünüyorlar. Zamanı gelince, silahlar sussun derken bile PKK silah bıraksın cesaretini bile gösteremezken nasıl olacakta bu sorun bitecek. PKK dağdan inmeden, Türk ordusunun silah bırakması gibi bir istek nasıl mantıklı ve insani olabilir. Sonuçta dağda yasa dışı olarak elinde silahla gezen bir gurup var. TSK'nın tek işinin ülkeyi korumak olduğu düşünüldüğünde neden PKK ile yapılan silahlı çatışmalar BDP'yi rahatsız ediyor?


KCK davasında, Kürt siyasetinin önü tıkandığında, Kürtlere karşı yapılan her türlü ayrımcılıkta BDP'nin sonuna kadar arkasındayım. Ama iş silahlı bir örgütün, teröristin desteklenmesine gelince orada duracaksın. PKK dağdan inmesin, çözüm olmadan silah bırakmasın demek biz çözüm için sizi PKK ile tehdit ediyoruz demenin dolambaçlı halidir. Evet Kırca bir parti genel başkanına karşı saldırgan bir üslupla yaklaşmış ve gazetecilik etiğini çiğnemiştir. Ama bu Demirtaş'ın büyük hatasını görmemize engel değildir. 


Özellikle Tunceli'de üç şehit vermişken BDP'nin ve Demirtaş'ın ekranlara çıkıp PKK'ya artık bu savaşa son verin ve silahlarınızı bırakın çağrısı yapmasını beklerim. Çünkü silah bırakılmadan çözüm gelmez. 


Kaf dağında değil yeryüzündesin


Birilerinin TSK'ya nerede, ne konuşacağını hatırlatması gerekiyor. Öyle tehdit eder gibi yok ifade özgürlüğünü aşan üsluplar filan, pardonda bu ülkede ifade özgürlüğünün sınırlarını ne zamandan beri asker belirliyor. Hala bu ülkeyi 1980 darbesinin Türkiye'si, Evren'in inşa ettiği Türkiye sanıyorlar. Astsubaylar hakkında yazan Umur Talu'ya yapılanlara ne demeli? Karanet gibi her şeyi sansürleyen ucube bir internet hizmeti veren askeriye, Umur Talu'nun Astsubay hakları için yazdığı yazıdan çok gocunmuş ve askeriyeden erişimi engellemiş. Sanki Astsubay'ı oraya kilitlemişler. Adam akşam eve gittiğinde evinde okuyamaz sanki Umur Talu. Hangi çağda yaşadığını sanıyor bu TSK bilmiyorum. Acaba şehit haberleri gelince kimse TSK'yı eleştiremez diye bir hisse mi kapıldı. TSK kendine gelmeli ve halkına yukarıdan, kaf dağından bakmaya son vermeli. Kurumların ve gazetecilerin kendini eleştirmesinden ve bunun eleştiri sınırlarını aştığını düşünüyorsa maddi tazminat davası açarsın. Ya da düzgün bir üslupla çıkıp bu tür yazı ve görüşler bizi yaralıyor filan dersin. Çıkıp yok biz dünyanın en disiplinli ordusuyuz filan diye halkla ilişkiler kampanyaları gibi kokan sert açıklamalar yaparsan artık eskisi gibi senin sırtını sıvazlayan insanlar bulamazsın. Ama daha Harp okulunda kendini herkesten üstün olarak gören subaylar yetiştirmeyi temel ilke edinen bir ordudan da ancak bu tür açıklamalar beklenir. Ne yazık ki askere gittiğimizde böyle burnu büyük çok subay hatta astsubay gördük. Acaba küçük dağları ben yarattım modunda gezen komutanlar gerçeğin hiçte öyle olmadığını ne zaman anlayacak. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski