2 Temmuz öncesi Alevilik üzerine denemeler



Belki de bu yazıyı 2 Temmuz günü yazmam gerekiyordu. Ama işte insanın içine o yazma isteği gelince, belirli günler ve haftalarda yazı yazma sendromu anlamsız kalıyor. Zaten Sivas davasının zaman aşımına uğraması sonrası anladım, senelik anma yazılarının aslında o günü ve olayı hatırlamaktan çok unutmanın en büyük silahı olduğunu. Kendimize o günü, o büyük acıyı unutturmak adına senelik bir anma tarihi belirlemek. O gün dışında her şeyi unutmak, hayata devam edebilmek. İnsanoğlunun hayatta kalmak adına geliştirdiği en büyük savunma mekanizmasıdır anma günleri. Tüm anlam ve önemi bir güne yığıp geri kalan günleri kendimize ayırmak. Aslında ne kadar bencil ve kendimize dönük ve dibine kadar narsisizmi yaşayan hayvanlarız. 


Neyse insanoğlunun bu kendiyle olan savaşımı ve her şeyi kendinden ötürü sevme felsefesini bir kenara bırakalım. Yine bir 2 Temmuz ve yine bir kaybolma duygusu. Bu kendimi kaybetme ve hüzün duygusuna bazı zamanlarda kapılıyor ve kendi insanlığıma ancak o zaman kavuşabiliyorum. Bu sene ise o hüznün yanında nefret var, öfke var. Bunun nedeni ise zaman aşımı denen Türk yargı sisteminin kurtarıcı şemsiyesinin 2 katili serbest bırakması. Sen kalk 35 kişiyi yak sonra aradan bilmem şu kadar yıl geçmiş, sanığın beraatine... Yok böyle bir memleket diyeceğim ama işte var ve biz o lanet yerde yaşıyoruz. Ve insanlar, acılı insanlar sadece adliyenin önüne çıkan ve ne olduğunu anlamaya çalışan insanlar bu ülkenin Polis'i tarafından tartaklanıp, üzerlerine tazyikli su sıkılıyor. Ama işte benim ahlaklı Polisim, bir adamı aralarına alıp döven 7 Polis değil mi çürük raporu alanlar. Yok efendim ellerinde zedelenme varmış. Tabii ya o kadar adama jopla daldılar. Belki şu uzayabilen demir joplarla bu tür sorunlarda yaşanmaz. Polis'in eline tam oturur, eli ağrımaz garibimin. Sonra zaten demir jopla dayağı yiyende bir daha bırak gösteriyi sokağa çıkmaya cesaret edemez. Yani kısa sürede toplumda temizlenmiş olur. 


Neyse dönelim tekrar Sivas olaylarına. Bir 2 Temmuz günü 1993 yazı, Sivas'ta Pir Sultan Abdal adına düzenlenen Kültür festivaline katılan ve bir çoğu Alevi olan dönemin önemli Aydın ve ozanları kaldıkları Madımak otelinin yakılması nedeniyle can verdi. Tam 33 aydın, 2 otel görevlisi ve oteli yakmaya çalışan 2 eli kanlı gösterici. Toplamda o cani yangın 37 cana mal oldu. Ama üzerinden geçen 19 yıla rağmen bu provokasyonun gerçek zanlıları hala dışarıda. İşin kötü yanı, Cuma namazı sonrası o broşürleri dağıtan, o gazeteyi basan ve halkı Aziz  Nesin'e ve Alevilere karşı galeyana getirenlerin kim olduğu bile belli değil. Son olarak Malatya Özel Yetkili Savcısı denen zatın olayı 4 PKK militanı gerçekleştirdi gibi ipe sapa gelmez iddiası birilerinin işine gelmiş gibi. 


Yani savcı bey diyor ki Refah Partisi Belediye Başkanı'nı da PKK konuşturdu, Jandarmanın, polisin halkı dağıtmaya çalışmamasının ardında da PKK vardı. Aslında Aziz Nesin'i güya kurtarırken kalabalığın içine doğru atan itfaiyeci de PKK'lı mesela. Kaç etti üç mü, ha işte broşürleri de biri dağıtsa, gazeteyi de beraber basmış olsalar tamam işte hesap tuttu. Oldu sana PKK'nın planladığı büyük komplo. Bu ülkede buna inanacak kadar boş insanlar varsa en yakın zamanda kendilerini yakın tarihimizle doldursunlar. Gerçekten yakın tarihe ilişkin iki kitap okusanız gerçekleri farklı algılayacaksınız. Sırrı Süreyya'nın Maraş katliamı hakkındaki yazısını ise geçenlerde tesadüfen okudum. Bence 6-7 Eylül, Varlık vergisi ve Ermeni tehciri derken gerçekten bu ülkede yaşanan bütün sürgün ve yağmalarda bir tür ekonomik çıkar ilişkisi, bir varlık aktarımı var. Maraş katliamında yaşanan bu varlıksal durumdan tam anlamıyla haberim yoktu. Bu açıdan bakınca gerçekten Maraş, Çorum gibi yerlerde gerçekleşen bu katliamları anlamak daha kolay oluyor.


Babam, Erzincan'da da bu tür bir Alevilere karşı kıyım hareketinin girişim olarak kaldığı bir yağmayı anlatır. Gençliğinde -yani yine Maraş olayları gibi bir tarihe geliyor- Erzincan merkezde Alevilerin zenginliği ve Sünnilerin daha çok Alevi patronların yanında çalışması gibi bir durum varmış. Bu durum belli ki kimi çevreleri rahatsız etmiş. Erzincan merkezde Alevi dükkanlarının camları taşlanmış, Alevi ve Sünniler arası çatışma yaşanmış. Her ne kadar olaylar çok büyümeden önüne geçilmiş olsa da Erzincan'ın Alevileri zaten İstanbul'da yerleşmeye başlamışken o tarih sonrası İstanbul'a göçlerin arttığını babam anlatır. Dedim ya babamdan duyduklarım bunlar. Doğrusu olayın üzerine çokta gitmedim ama o tarihlerde birçok ilde Alevilere karşı bu tür hareketlere girişiliyor. Ve ne yazık ki her girişim sonrası yerinden yurdundan olan Aleviler oluyor. Bu Alevi baskısı 90'larda aydın yakma ile yani devletin göz korkutmalarıyla devam etti. Evet bir önceki paragraftan Sivas olayının ardında kimlerin olduğunu anlamayanlara gelsin. Beyler, bayanlar çok aramayın işin içinde devletten başkası yok. Peki Aleviler'e karşı devlet bugün ne yapıyor. Bugün öyle katliamlara filan başvurmuyor çok şükür. Hani evrim geçiriyor galiba devlet yapısı. Ama biz ona çağa ayak uydurma diyelim. Şimdi ise "ileri demokrasi" adı altında eğitim sistemleri aracılığıyla çaktırmadan Aleviler asilime edilmeye çalışılıyor. 


Bu çaba eskiden beri var ve 80 sonrası büyük oranda başarı da yakaladı. Çocuklarına benim ailem gibi yıllarca Alevi olduklarını ya da Aleviliğe ilişkin gelenek ve ritüelleri, en azından kültürü aktarmayan insanlar şimdi kendi toplumunu tanımayan ya da geç tanımış kocaman bir gençlik yaratmış oldu. Ben Aleviliğe ilişkin bütün bilgimi kendim araştırarak öğrendim. Bunda bir zamanlar çalıştığım Barış gazetesinin katkısını söylemeden geçemeyeceğim. Gerçekten gazeteye ilk girdiğimde Aleviliğin A'sını bilmezdim. Şimdi ise Alevilik hakkında yazıp tartışacak kadar bilgi sahibiyim. Ama ne yazık ki Alevi kesim arasında tıpkı benim eski halim gibi nasıl bir kültüre sahip olduğuna dair fikri olmayan insanlar var. Tabii bu noktada Aleviler hakkında atıp tutan Sünnilerin cahilliği de başka bir yazı konusu. Eskiden bunlara sinirlenirdim ama artık gülüyorum. O kadar ahmak ve saflar ki, gerçekten söyledikleri şeylerin ne kadar mantık dışı olduğunu anlamayacak kadar doldurulmuşlar. Bu da onlara kızmamı değil ancak onlara acımama neden oluyor. Umarım bir gün gelir onlarda ne kadar cahil olduklarının farkına varır. Ben Pir Sultan'ın sözünü dinleyip cahille sohbeti kesmeyi tercih ediyorum. Karşınızdaki insan cahilse ona dünyanın yuvarlak olduğunu bile kanıtlayamazsınız. Bırakın o tepsi dünyasında yaşamaya devam etsin. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski