Başkan Erdoğan ve adamları


Her şey çok çabuk değişiyor bu ülkede, çok çabuk değiştiriliyor Erdoğan ve adamları tarafından. Bir taraftan kürtaj tartışması devreye sokuldu ve Uludere katliamı halkın belleğinden silindi gitti. Kadının bacak arasından gündem yaratmak isteyenler yine amaçlarına ulaştı. THY'larında gerçekleşen grev sonrası yaşananlar ise beni bu ülkenin gidişatı açısından endişelendiriyor. 


Bu ülkede bir sektörde insanların grev hakkı elinden alınıyor ve biz susuyoruz. Ve o greve katılan 305 THY çalışanı işten atıldı. Oysa onlar yasal hakları olan grev hakkını kullanıyordu. Yanlış anlamayın bir kanunla ellerinden alınmış olsa bile onlar emekçi olduğu sürece grev hakkı onların en tabii ve yasal hakkı olmaya devam eder. Grev birilerinin lütfedip verdiği bir hak değildir. O haklar işçinin, emekçinin haklı mücadelesiyle elde edildi. Peki, memurlara grevsiz verilen toplu sözleşmeyi haksız bulup hava yollarında çalışan insanların grev hakkına ses çıkarmamak nasıl bir şeydir. Gözlerimizin önünde ülke diktatörlüğe doğru giderken insanlar daha ne olmasını bekliyor umutsuzluğa kapılmak için. Acaba Haziran ayında yakıp kavuran güneşin güzelliği mi bizi cezbetti? Kusura bakmayın beyler, bayanlar o çok beklediğimiz güneşli günler bunlar değil. Evet gün yüzümüze gülüyor belki, içimiz kıpır kıpır. Gezip dolaşmak, alışveriş yapmak, eğlenmek için can atıyoruz. Ama yarın bunları doya doya yapamayacağımız bir ülkeye merhaba diyebiliriz. Ülkeyi kendine göre şekillendirme çabası olan iktidar yapısı beni endişelendiriyor, çok geç olmadan sizi de endişelendirmeli.


Bunun parti tarafgirliği ile filan ilgisi yok. Bırakın AKP yandaşlığını. Ülke elden gidiyor yaygarası filan da değil bu. Sakın yüreğimiz korkuyla dolmasın. Çünkü faşizan yönetimlerin en büyük ekmeği korkudur. Korku insanlara hata yaptırır ve faşizm doğurur. Kendilerini demokratik göstermek için kendilerine karşı olanları anti demokrat göstermeleri gerekiyor. Oysa en temel demokratik haklarımız bir bir elimizden gidiyor. Dün referandumda ne demiş olursak olalım bugün yeni bir gün ve yeni şeyler söylemek lazım. Ben artık her gün Başbakan ve kurmaylarının saçmalamalarını değerlendirmekten bıktım ama onlar saçmalamaktan bıkmadı. 


Örneğin kendine Sağlık Bakanı diyen Recep Akdağ isimli  zat, tecavüze uğrayan bir kadının kürtaj yaptırmasına gerek olmadığını, o çocuklara devletin bakacağı gibi utanmaz bir açıklama yapmış. Ben böyle bir açıklamanın şimdi neresinden tutayım size soruyorum. Bira kadının tecavüze uğramasının devlet eliyle meşrulaştırılmasına mı, tecavüzcüye ödül verir gibi kadının o çocuğu doğurmasına mı, zaten tecavüz nedeniyle mağduriyet yaşayan kadının yaşayacağı tramvanın yok görünmesine mi? Sen bu ülkede kadınların tecavüze uğramasına ilişkin hiç bir caydırıcı önlem alma sora çık televizyonlara kürtajı savunacağım derken tecavüz meraklısı sapıklara yol göster. Ben böyle dili belinin altında gezinen adamları gördükçe erkek olduğumdan utanıyorum. 


Peki biz ne yapıyoruz bunun karşılığında? Sadece susuyoruz, her zaman yaptığımız gibi sesimizi kesip oturuyoruz. Modern insan hallerinde biraz anlatmıştım. Bugünün insanı kendi işi gücüne o kadar kendini vermiş ki dünyada, çevresinde ne olup bittiğini ne biliyor ne de umursuyor. Evet insan çalıştığı işi en iyi yapabilmek için çaba göstermeli. Ama hayatın tamamen o iş olursa yaşamak için düşünmek için zamanın kalmıyorsa ne olacak? Bütün ömrün çalıştığın metrekareler içinde mi geçecek? Ben buna karşı çıkıyorum. O metrekarelerde, o bürolarda kendimi çürütmeye, beynimi dış dünyaya kapatmaya hiç niyetim yok. Yıllarca yaptığım bu ahmaklığı tekrarlamaya niyetim yok. Gazetecilik yapsam da yapmasam da artık bu gidişe bir dur demek gerekiyor. Belki yazmak yetmez, belki sokakta dağıtılan broşürlerde anlamsız gelebilir. Ama bunların hepsi bir çaba. Ben burada yazdıklarımla içimde kalanları mı döküyorum acaba düşünmüyor da değilim. Ama uzun zamandır etrafımdaki insanlara da dünyaya durup bakmalarını telkin ediyorum. Ne kadar başarıyorum bilinmez. Önlerinde kitap okuyorum ama birilerine bir şeyleri kanıtlamak için değil. Hem okumam gerekiyor hem de kitap okumanın ne kadar normal ve insani olduğunu gösterebilmek adına. 


Belki bunlar küçük şeyler ama yapacak daha iyi bir şey yok. Biliyoruz bu ülkede yumurta deliğin ağzına gelmeden muhaliflik hep  sözde kalır, kimse bir şey yapmaya yeltenmez. Doğrusu yumurta o deliğin ağzına geldiğinde ne yapacağımız önemli olan. Eğer o son düzlükte hazır olmazsak her şeyi kaybedebiliriz. Bizi Anayasa değişecek diye oyalayıp  bir yandan grev haklarımıza, kadının kendi bedeni üzerindeki haklara göz dikiyorlar. Kürtaj 12 Eylül'den kalma, grev 27 Mayıs'tan. Yani, bu onların temel hak ve hürriyet olma gerçeklerini değiştirir mi? Siz nasıl bir insan hak ve hürriyetini dönemsel olarak değerlendirirsiniz. Hem iş siyasi parti kanununa gelince iş YÖK'e gelince ağızları bıçak açmayan sizler bugün ne oldu da darbe dönemi kanunu ve kurumları diye bağırıyorsunuz. Nalıncı keseri gibi dönem ve yasaları kendine yontan bu zihniyetten ben sıkıldım ya siz. Umarım demokrasimiz hala bu kendine Müslümanların hak ettiği köteği vuracak kadar güçlüdür. Son seçimlerden sonra pek benim bu halka güvenim kalmadı ama göreceğiz. Bir kaç çuval kömüre yada diğer "sosyal devlet" yardımlarına rağmen kendi hür iradesini sandıkta ortaya koyan bir halk görebiliriz umarım. Yoksa çok yakında Başkan Erdoğan ve adamlarının insafına terk edilen bir ülkeye dönüşeceğiz. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski