Evet yine Demirtaş, operasyonlarda son bulsun gibi bir açıklama da yapabiliyor. PKK silahlı eylemi bırakıp sınır ötesine çekilmediği sürece TSK'nın ya da herhangi bir hükümetin operasyonları durdurma gibi bir karar alacağını düşünmüyorum. Belki bu karar doğru ve insanca olabilir ama söyleyin dünyanın neresinde, hangi hükümet kendine, askerine saldırı düzenleyen bir terör örgütüne ve mensuplarına güvenir. Barış isterken bile neyi, kimden istediğimizi bilmek lazım. 1999-2003 arasında yaşanan süreçten ders almak gerekir. PKK'nın sınır ötesinde kaldığı ve askerin operasyon düzenlemediği, Olağan üstü hal saçmalığının kalktığı o yıllara. Gaffar Okkan gibi bölgede Polis ile halkın barışmasını sağlayan Emniyet Müdürlerinin görevde olduğu, hain bir pusuyla daha canına kıyılmadığı yıllara. Barış savaş gibi değildir. Onun büyümesi ve gelişmesi için imkan yaratmak, fırsat tanımak onu korumak ve kollamak gerekir. Daha bu ülkede barış tohumları fidana bile dönüşmemişken, her gün yeni bir şehit haberiyle ülkenin batısında ve doğusunda savaş naraları atılırken hangi barıştan bahsediyoruz.
Birileri PKK içinde iki ayrı grup arasında çatışma olduğunu ortaya koyuyor. Karayılan ve ekibinin, Öcalan'ın Leyla Zana aracılığıyla gönderdiği barış mesajını aldığı söyleniyor. Ama Bahoz Erdal'ın temsil ettiği PKK'nın şahin kanadının farklı bir planı var gibi. İlk gelen haberlerde Dağlıca'da yaşanan katliamın ardında Bahoz Erdal'ın adamları olduğu ortaya çıkıyor. Buna rağmen tüm bu ayrışma barış için, çözüm için yeni bir umut mu yoksa PKK'nın daha sert ve acımasız bir örgütlenmeye gittiğinin habercisi mi? Uzun süredir Öcalan'ın örgütü siyasallaştırma çabasının PKK'nın şahin kanadında rahatsızlık yarattığı biliniyordu. Gerçi Öcalan'ın bu siyasallaşma çağrısının da ne kadar samimi olduğu da başka bir tartışma konusu. Hatta PKK'ya yakın bazı çevrelerin Dağlıca'da gerçekleşen bu saldırıyı Zana'nın yani aslında Öcalan'ın yaptığı eleştirilere bir yanıt olduğunu söyleyenler var. Demirtaş'ın son açıklamalarında açıkça PKK'ya silahlarınızı bırakın çağrısı yapması da bunun açık kanıtı.
Bu kadar analiz yeter. Bugün halen dış basında PKK'lı teröristler, gerilla olarak adlandırılıyor. Kusura bakmayın ama gerilla öyle herkes için kullanılacak kadar ucuz bir sözcük değildir. Sen Dağlıca'da zorunlu bakın ne diyorum zorunlu olarak vatani görevini yapan, 20'li yaşlarında kanları deli gibi akan 8 askerin canına kıy ve bunu Kürtler adına, özgürlük adına yaptığını savun. Kusura bakmayın masum olan canlara kıyan her kim olursa olsun bunun adı katliamdır. Ve gerilla katliam yapmaz. Gerilla bir amaç uğruna can verir ama masumun canını almak benim insanlık kitabımda bunun adı terörizmdir, başka bir şey değil. Ne uğruna yapılırsa yapılsın. Evet onlar asker oldukları için, görev yaptıkları bölgeyi korumakla görevli olduklarından tabii ki ateşe, ateşle karşılık verecekler. Ama benim sözde devletim Uludere'de kaçakçıları öldürmek için hiç çekinmeden kullandığı predatörleri nedense bu büyük terörist grup sınırdan geçerken kullanmıyor, kullanamıyor. Acımadan silahsız vatandaşına bomba yağdıranlar gerçek teröristleri nedense göremiyorlar. O zaman insan ister istemez soruyor. Barış ve çözümün tekrar dile gelmeye başladığı bu dönemde acaba birileri PKK içinde yaşanan bu kopmayı da kullanarak kendilerince Türkiye gündemini yeniden mi tasarlamaya çalışıyor. Eğer öyleyse ölen 8 askerin ve ne uğruna öldüklerini bile meçhul olan 10 PKK'lının analarına kim bunun hesabını verecek. O gencecik insanları kandırıp analarının kucağından dağa götüren ve sınır karakolunda vatani görevini yapan kardeşine kurşun sıkmasına neden olanlar o anaların yüzüne bakabilecek mi? Peki ama sınırdan ellerini, kollarını sallayarak geçen bu büyük terörist grubu görmeyen yetkililer, vatani görevini yaparken can veren bu çocukların analarının yüzüne nasıl bakacaklar?
Belli ki birileri bu ülkede yeniden bir şeyleri dizayn etmeye kalkarken yine ağlayan analar ve babalar olacak. Babalar yine bir kenara oturacak, gözyaşlarını içine akıtacak ve içten içe çökecek. Ama analar orada tam o anda evladı can verdiği anda, dokuz ay karnında taşıdığı yirmi yıl besleyip büyüttüğü evladı can verirken o da canını verecek evladıyla birlikte. Peki ama neden? Bana birisi 30 yıla yakın bir süredir süren bu çatışmanın sebebini söyleyebilir mi? Vatan korumak adına bu ülkede Güneydoğu'da cinayetler işlemek, işkenceler yapmak ve Kürt halkını susturmak mı amaç? Amaç Kürt halkının hakkını savunacağım deyip sivil, asker demeden katliamlar işlemek, köy basmak mı? Ya da Olağanüstü hal adı altında iki düşmanın bölgedeki uyuşturucu ve silah ticaretinden pay alma yarışı mı? Bu yarış adına gencecik insanların sürekli can vermesi mi? Amaç iktidarları sağlamlaştırmak mı, terörü ve şiddeti birilerinin üstüne yıkıp bu kandan beslenip iktidar sahibi olmak mı? Amaç bölge halkı üzerinde iktidar kurmak, ilerde bölgede kurulması muhtemel Kürt devletinde otoriteye sahip olmak mı?
Sizin insan canını, anaları, babaları hiç hesaba katmayan amaçlarınız bu savaşın, çatışmanın dinamosu. Sizin bu istekleriniz bitmedikçe, sizler bu sahneden çekilmedikçe barışın bu topraklarda büyüyüp filizleneceğine dair umudum yok. Artık tek dileğim var bari bizim çocuklarımız bu savaşın ve çatışmanın kurbanı olmasın. Ama nedense aynı umutla ne nesiller büyüdü, ne evlatlar can verdi. Bu topraklar o umutları kaç kere kanla boğdu. Yine de umut etmek iyidir. Barış için, çözüm için elimizden bir tek bu geliyor. Her şeye rağmen barışın ardında durup güneşi göreceğimize dair umut.