Bosna'nın kapanmayan yarası: Srebrenitsa



Srebrenitsa, 11 Temmuz 1995 günü öncesi alelade bir kentin ismiydi. Boşnaklar için güzel bir kentti belki, orada güzel anıları olanlar vardı. Bütün ömrü o kentte geçmiş Boşnaklar. Onlar için yaşanacak bir topraktı sadece. O güne kadar, Sıpların 8372 Boşnak'ı katlettiği güne kadar. Çoluk, çocuk demeden, güya BM korumasında diye Boşnakların sığındığı kentte tarihin en kanlı katliamlarından birisi yaşanmıştı. Kendini modern dünyanın beşiği gören Avrupa'nın göbeğinde, düne kadar beraber yaşadıkları komşularını katleden Sırplar daha sonra elini kolunu sallayarak yıllarca yargılanmadan yaşamaya devam edecekti.

İşte bizim çocukluğumuz böyle geçmişti. Biz ilkokulda haritalarda S.S.C.B yazısını görüp, anlam veremeyen son nesildik. Düne kadar Yugoslavya olan topraklar, Tito'nun ölümü sonrası parçalanma sürecine girecekti. Almanya'ların birleşmesi ve SSCB'nin çökmesi ile birlikte mal bul mağribi gibi toprak için birbirine düşen kardeşlerin kavgasına bizim neslimiz şahit olmuştu. Daha öncede Türkiye'de faili meçhuller yaşanmış, ülkede kim vurduya gidenlerin hesabı sorulamamıştı. Ama işte bunlar bizim için yeniydi. Bugün bu devlete neden güvenmediğimizi soranlara cevabımız o günden hazırdı aslında. Biz bu devletin gerçek yüzünü görmüş, devletin kanlı şakalarıyla gülüp eğlenir hale gelmiştik. Levent Kırca'nın parodileri vardı mesela. Birini hiç unutmam. Anne ve baba devlet ve iktidar hakkında verip veriştiriyor. O sırada kapı çalıyor ve ve anne, baba muhalif düşünceleri yüzünden tutuklanıyor. Parodinin komik yanının gerçekten hatırlamıyorum. O gün için bana komik gelen bu parodi bugün ancak yüzümün ekşimesine neden oluyor. 

Çocukluğumuz böyle geçmişti ve işte bu çocukluktan gençliğe geçmeye başladığımız çağlarda 1995 yazında hayatımızda şahit olmadığımız büyük bir katliamla karşılaşmıştık. O zamanlar daha ne olduğunun farkında değildik. Ama o ilk görüntüleri hatırlıyorum. O zamanlar böyle cesetleri buzlama efektleriyle kapamak yoktu. Biz Televizyonda olan her şeyi kanlı ve canlı şahit oluyorduk. Belki gerçeklerini görmemdendir bugün hiç bir gerilim ya da korku filminde irkilmem ya da korkmam. Orada gerçek bir katliam varken, düzmece katliamlardan etkilenmek mi, hiç sanmıyorum. Peki ama ne oldu? Neredeyse aynı dili konuşan, iç içe yaşayan iki halk, Sırplar ve Boşnaklar. Aslında ikisi de Slav kökenli,  hatta Yugoslav topraklarında yaşayan halklar arasında en yakın akraba olan iki halk. Tek farkları dindi aslında. Tito döneminde benimsenen komünist toplumsal yapı hem onları hem de diğer Yugoslav halklarını yakınlaştırmıştı aslında. Dinsel anlamda Müslümanlara yönelik bazı baskılara rağmen, mesela SSCB ya da Bulgaristan tarzında bir baskı ortamından bahsetmek mümkün değildi. Çünkü bu kadar ayrı milletin bir arada yaşaması ancak ortak yaşama kültürüyle mümkündü. Ama Tito'nun ölümü bir anlamda çöken Sosyalist düzenin üzerine geldi. Her ne kadar Tito'nun ölümü sonrası Yugoslavya yaşamaya devam etse de, liderin ölümü ve yerine yeni bir birleştirici liderin olmaması bir hayalin çöküşü anlamına geliyordu. Önce iki Almanya birleşti ve sonra, kimsenin beklemediği bir anda tüm yenilenme çabalarına rağmen SSCB tarih sahnesinden çekildi. 

Yugoslavya'da bombanın pimini çeken de aslında bu olaydı. Almanya'nın birleşmesiyle yükselişe geçen milliyetçi dalga, Sovyetlerin yıkılmasıyla doruk noktasına ulaştı. Ancak Tito'nun ölümü, Almanyaların birleşmesi ve Sovyetlerin yıkılmasına kadar geçen süreci iyi incelemek gerekiyor. Tito'nun ölümü sonrası federasyona ait her devletin kendi başına hareket etmesi, ekonomik anlamda da her devletçiğin kendince borç edinmesine neden oldu.Aslında çok basite indirgenmiş bir anlatım bu. 1980'de Tito'nun ölümü sonrası   ortaya çıkan Rotasyonlu devlet başkanlığı sistemi ve bir tür bugünkü Bosna Hersek benzeri bir yapının Yugoslavya'yı yönetmeye çabalaması tüm sorunun başlangıcı oldu. Dünyada yeni bir milliyetçi dalga yayılıyordu. Bu dalga aslında kapitalizmin soğuk savaştan galip ayrılması sonrası, komünist Avrupa devletlerinden intikamıydı. Önce Doğu Almanya Batıyla birleşti. Yugoslavya ise Tito sonrası hem ekonomik hem de siyasi bunalıma girdi. Özellikle IMF, kendi başına hareket etmeye başlayan devletçiklere ayrı ayrı borç yükü getirerek dağılmanın önünü açıyordu. Hırvatistan, Slovenya ve Yugoslavya arasında başlayan ufak çaplı çatışmalar, Hırvatistan ve Slaovenya'nın ayrılma çabaları gibi olaylar Balkanlarda patlayacak bombanın habercisiydi. 

Önce Hırvatların kendi topraklarındaki Sırplara ayrımcılık yapmasıyla her şey başlamıştı. Hırvat aşırı milliyetçileri ülkede Faşizan bir yönetimin başa gelmesine çabalıyorlardı. Almanların bazılarına göre gizliden ama leopar tanklarını Balkan topraklarında görenler için açıktan desteklediği Hırvatlar, Adriyatik kıyısında önemli bir toprak parçasını kontrol altına aldı. Sırplar yani aşırı milliyetçi Miloseviç liderliğinde Kardağ ile birleşerek, kendilerini Yugoslavya Cumhuriyeti olarak lanse etti.Ama doğrusu kimse Sırpları ciddiye almadı. Sırplar kendi devletlerine kavuştuktan sonra, Bosna'da yaşayan Sırp milliyetçileri, Bosna topraklarını da Sırbistan'a katmak için Çetnik adlı çetelerle sivillere saldırmaya başladı. Ne olduysa bundan sonra oldu. Kendi komşusuna silah çeviren Sırplar, tarihin şahit olmadığı büyük bir katliama giriştiler. Askeri gücü  sınırlı olan Boşnaklar kısa sürede Saraybosna gibi şehirleri Sırplara kaptırdı. Bina tepelerine yerleşen Sırp milisler ellerindeki uzun namlulu silahlarla sokaktan geçen sivil Boşnakları  öldürmeye başlamıştı. Sivil binaları bombalayan, Boşnak köylerini basan ve kadınlar tecavüz eden Sırp katliamı nedense Avrupa'nın uzun süre dikkatini çekmedi. 11 Temmuz 1995'te yaşanan hemde BM güvenlik bölgesinde yaşanan soykırım ise kısa süre sonra ABD'nin müdahalesine ve Dayton anlaşmasıyla Bosna Hersek'i haksız bir şekilde Sırplar ve Hırvatlarla ortak bir şekilde yönetilemez bir yapıya getirdi. 

Kısacası, bundan 17 yıl önce Avrupa'nın ortasında yaşanan soykırım sonrası "dünya barışını" koruyan NATO her nasılsa olaya müdahil oldu. Ama soykırıma uğrayan, tecavüz edilen, malları, toprakları gasp edilen Boşnaklar olmasına rağmen ödüllendirilen Sırplar ve Hırvatlardı. Ülkede çoğunluk Boşnak olmasına karşın bugün hala yönetilemez bir ülkeyle karşı karşıyayız. Bugün hala Srebrenitsa'da yaşananlar bırakın soykırımı, insanlık suçu olarak bile tanımlanmıyor, tanımlanamıyor. Ama en azından katliamı gerçekleştirenler yargılanabiliyor. Belki yıllar sonra birileri bu katliamın soykırımı hedeflediği gerçeğini de anlayacak. Milliyetçilik bu topraklarda ilk defa can almıyor. Ve ne yazık ki insanlar onun kanlı çağrısını dinlediği sürece can almaya da devam edecek. Peki ama Avrupa, demokrasinin beşiği Avrupa tarihindeki bu kara lekeyi nasıl temizleyecek? Cevabı olmayan sorular canımızı acıtmaya devam edecek gibi görünüyor. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski