Sevgi ve nefrete dair




İnatçı bir adamımdır, öyle kolay kolay insanların söylediklerini kabul etmem. Bugün bir arkadaşımla sohbet ettim ve benim sevdiğim kadınlar takıntı haline getiren arabesk bir aşk anlayışım olduğunu söyledi. Bu eleştiriye katıldığımı söyleyemem. Aşık olduğum kadınlar sevmekten vazgeçmiyorum diye onları en takıntı haline getirdiğimi söyleyemem. Evet zor olanı yapıyorum, onlardan nefret etmeden, sevmeye devam ederek vazgeçmek. Normal insan davranışı sınırlarını zorlayan bir yöntem kabul. Ama en azından bana ait bir yol. Hani başkaları için yaşama diyorlar buna ama bence tam tersi. Sen başkaları için kalbine nefret tohumları ek, her seni kabul etmeyen insana karşı nefret besle ve sonrada çık ben hayatla mücadele ediyorum diye övün. Oysa bana başkaları için yaşıyor diyen insanlar kendileri başkaları için yaşıyor. Onlar için kalplerini kirletiyor, ön yargılara, yanlış anlamalara meydanı boş bırakıyor. Nefretin olduğu yerde akıl kendini kaybeder. Nasıl fazla sevgi akıl tutulmasına neden olursa nefrette akıl tutulmasına neden olur. 

Ben ise nefret etmek yerine sevmeye, insanları sevdiğim şekilde hatırlamaya çalışıyorum. Unutmuyorum bana ne yaptıklarını ama umursamıyorum. Başkalarının söylediğinin aksine kendimi daha çok düşünüyorum aslında. Başka bir insan için kalbimi nefretle doldurmak, o kadar sevdiğim bir insan henüz olmadı. Yani siz bakmayın burada sayfalarca o kadın hakkında yazdıklarıma, benim nefret etmemi sağlayacak kadar değer verdiğim bir insan henüz yok. Belki en sevdiğim arkadaşlarım için geçerli olabilir. Hani şimdiye kadar dost diye sırtımı dayadığım kimseden kazık yemedim. Dediğim gibi insan değer verdiği insanlardan nefret eder. Ben ise bana hata yapan insanları hayatımdan çıkarırım. Umurumda olmazlar. Onlara nefret besleyecek kadar değer vermem. Sevdiğim ama beni sevmeyen bir kadına neden nefret besleyeyim mesela. Beni sevmiyor ki, benim ona nefret edecek kadar değer vermemi hak etsin. Bana değer vermeyen insanlara neden değer vereyim. 

Çiçeğimi çöpe attı diye ondan nefret edecekmişim. Belki o anda kırıldım ve sinirlendim ama şu an için hiç umurumda bile değil. Evet onu hala seviyorum ama ona değer vermek mi, ne için değer verecekmişim ona. Şimdiye kadar hep aşka dair, hayata dar yazılar yazdım onun için. Hep sevdiğimi söyledim, sevmekten de vazgeçmeyeceğimi. Ama değer vermek, bu ancak bir insanı tanıyınca yapabileceğiniz bir şey. Aşık olduğum ve tanıdığım günden beri en fazla yarım saat konuşabildiğim bir kadını tanımak mümkün mü? O zaman bana söyleyin hakkında oradan, buradan duyduklarım dışında bilgim olmayan bir kadına nasıl değer verebilirim. Bir şeyden nefret etmek için onu tanımak, tadına bakmak lazım. Daha ıspanağın tadına bakmadan nasıl ondan nefret edebilirsiniz. Ben o kadını tanımıyorum ki, ancak tavırlarını, davranışlarını gözlemleyebildim. Oysa ne paylaştım onunla, bana ne kattı ya da benden ne aldı ki nefret besleyeyim. Belki onunla gerçekten tanışmış olsam, bir şeyler yaşasak ve ona değer versem ve bir gün o değeri hak etmediğini görsem nefret ederdim. Ama yani bir insandan tuttuğu takım, oy verdiği parti ya da ne bileyim bunun gibi ön yargılar üzerinden nefret etmek çok acizane bir duygu. Hani benim bu kadar çok yazı yazmamı sağlayan da onun kişiliği değil ona duyduğum aşk. Buna rağmen yazı yazamayan bir adam değildim ki ben ondan önce. Onu tanımadan öncede yazı yazardım, kitap okurdum, tanıdıktan sonra farklı bir adam olmadım. Sadece uzun süredir böyle bir adam değildim, fark burada. Bunu sağlayan ise o değil, ona duyduğum aşk. Kendime de kızıyorum şimdi burada yazılan her şeyi ona adadığım için. Ben onu hiç tanıyamadım ki bana bir şeyler katsın. İçimde olmayan bir şeyi ortaya çıkarmadım. Sadece gözlerine bakmak, gülüşüne takılmak yeter mi, olmayan bir yetenek kazandırır mı insana. O yazıları okusa herhalde beni ben yapanın kendi olduğunu düşünecek. Yok öyle bir şey. Bana ait olanlar olmasa senin aşkın ne yaratacak ki bende. Aşk dediğim tek boyutlu bir şey değil ki. Sana kavuşmadan ikinci bir boyuta geçmek mümkün olamaz. O zaman sadece seni sevmek ne kazandırabilir bana. 

Arkadaş ben sevmeyi tercih ediyorum. Bana ne zaman ayıran, ne sevgisini vermeye tenezzül etmeyen bir kadından nefret edip bu kalbi boşuna meşgul etmenin alemi yok. Şimdi bu yazıları okumasını istememe bile farklı bir anlam katacak zaten. Oysa sadece onun için yazdıklarımı paylaşmak istiyorum. Ama beni anlamak gibi bir amacı yok. Ne yapalım herkes kendi yoluna. Demek ki neymiş, bizim aşkımızı hak edecek insan değilmiş. Bunun değerini anlayamıyor diye peşinden koşmanın alemi yok. Zaten kendime şu aşık adam hallerini yakıştıramıyorum. Bırakalım hayat devam etsin. Bırakalım herkes kendi yoluna gitsin. Birileri bizi aşkı arabesk yaşıyor zannetsin. Bir kadını sevmek, aşık olmak ve bunu paylaşmak arabesklik olarak görülsün. Ben hayatımı başkaları ne düşünür diye yaşamadım, yaşamamda. Bırakalım o kadın bizi nasıl görmek istiyorsa öyle görsün. Ben onu tanımaya, değer vermeye kalktıkça o benden kaçtı. Herhalde hayatında hiç insan gibi bir erkeğe rastlamamış. Hani herhalde nezaketimizi, iltifatlarımızı rol sandı, onu tavlamak için taklalar atan şaklabanlardan biri gibi gördü bizi. Tanımaya çalışsa anlayacaktı ama niyeti yoktu. 

Şimdi hayata, yeni bir dönemece girmenin zamanıdır. Bundan sonra aşık olduğumuz kadınlara böyle davranmamak gerek demek ki. Onlar için yanıp tutuşmak yerine diğer erkekler gibi rol kesmek, soğuk davranmak, istemem yan cebime koy demek lazım. Bizde öyle yapalım o vakit, aşklarımız diğerleri gibi yataklara endeksli olsun. Sevgiye ve saygıya endeksli aşkları isteyen kalmamış nasıl olsa. Madem öyle bu işin yolu, madem ne kadar ilkelsen o kadar adamsın, ne kadar odunsan o kadar değerlisin bizde insan olmak yerine odun gibi davranırız. Ama buna rağmen bu kalp sevgiyle beslenmeye devam edecek. Tüm her şeye rağmen, nefretle değil sevgiyle beslenecek.

Hani olur ya bu satırları okuduktan sonra, hani o aşık adam nerede diye soracak olursan dediğim gibi ben Pazar akşamı veda ettiğim kadına hala aşığım. Geçenlerde kaybettiğimiz yönetmen Metin Erksan'ın ilginç bir filmi vardır. Sevmek zamanı adlı filmde, Halil isimli kahraman bir resme aşık olur. Daha sonra aşık olduğu o resmin sahibi kadını görse bile onu kabul etmez, resmin onun olduğu gibi kabul etmesi, saf ve temiz bir sevgiye sahip olması yeterlidir. O kadının fiziki varlığına ihtiyacı yoktur. Bende artık senin fiziki varlığına ihtiyaç duymuyorum. O gün sana veda ederken bana güldüğün o resim bana yeter. Ben o kadına aşık olmaya devam edeceğim. Belki burada yazdıklarım çelişki gibi ama aslında bu benim aşk uykusundan uyanmış halim. Diğer yazılarım aşkın duygusallığı içinde, iyi niyetli yazılardı. Bu yazım ise, aşkını kalbine gömmüş bir adamın yaşadıklarına dışarıdan gerçekçi bir gözle bakması. Bunu bir tür aşkımın eleştirisi olarak görebilirsin. Yeterli değil ama bu yazı bile sensiz bir hayat yaşamaya başladığımın açık kanıtı. Yine de bu yazıyı sana dair yazmadım. Senin için kaleme alınmış bir aşk yazısı değil bu. Kendimle, aşkımla, yaptıklarım ve yapmadıklarımla ilgili bir iç hesaplaşma. Öyle bir hesaplaşma ki yazıya yeni bir paragraf ekleme ihtiyacı bile hissettim. Yani bunu okuyup seni bana aşık olmadığın için suçladığım gibi garip bir düşünceye kapılma. Sadece ben şuna inanırım, birisi senin sevgine, aşkına karşılık vermiyorsa bunu hak etmiyordur. Yoksa hani tanıdığım kadarıyla iyi bir insansın. Ama demek ki olmuyormuş, ben ancak kendime kızarım. İyi bir insan olabilirsin, belki senin gibi bir kadın da tanımamış olabilirim. Ama sırf aşık oldum diye, olmayacağını bile bile bir duaya amin demek, işte bu saçmalık için kendime kızıyorum. Ama aşk denen sarhoşluğun etkisinde bu saçmalıkları yaptığım için kendimi affediyorum. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski