Faşizm nedir, kim neden faşist olur, insan neden kendini diğer ırklardan üstün görür ve katliamlara, soykırımlara yol açacak bir zihniyete bürünür? Aslında bu konuda yazılmış çok kitap var. Burada yazarların görüşlerini, tarihsel örnekleri vererek bilimsel nitelikli bir makale ele alabilirim. Ama doğrusu bunun için uzun bir araştırmaya, zamana ihtiyaç var. Belki olur ya ileride kendi tezimi destekleyecek böyle bir makale yazmak isteyebilirim. Ama bugün burada, düşündüklerimi, bir başkasının fikirlerine gereksinim duymadan, basitçe aktarmak istiyorum.
Bana göre faşizm dediğimiz şey, basit bir insan dürtüsü olan korkudan beslenir.Hani bu açıdan bakılınca biraz Star Wars vari bir bakış açısı olduğu söylenebilir. Ama düşünün bir kere kaybetmekten korkan bir insanın neleri yapabileceğini tahmin edebilir misiniz? Her zaman faşizmin en temel insani güdülerden beslendiğini savunmuşumdur. Hani aslında savunulanın aksine, insan ne kadar doğduğunda masum olsa bile ilkel güdüler üzerine inşa edilen kültür onun kötü bir benlik kazanmasına neden olacaktır. Kısacası aslında insan doğuştan iyi bile olsa, aile ve çevreden aldığı temel öğretileri kendi ilkel güdüleriyle bir araya getirerek hayatta kalmayı öğrenir. Bu hayata tutunan yapı, bir anlamda insanın faşizan temelini oluşturur yani en azından bana göre. Peki ama korku? Bu temel yapıya rağmen insanoğlu belli bir olgunluğa geldiğinde tıpkı diğer ilkel güdülerini bastırdığı gibi içindeki faşizan kimliğini de bastırır. Ama tabii ki, çocukluk ve ergenlik çağında erkek çocukların şiddetinde, anne baba otoritesine karşı çıkmasında ve kız çocukların ağlama, anne ve babayla sürekli tartışıp evden kaçma gibi ergen davranışlarda bu faşizan ilkelliğin izlerini görmek mümkün. Düşünün bir çocuk tüm masumluğuna karşı, başka bir çocuğun kendi oyuncaklarına dokunmasına şiddetle karşılık verir. Hatta vermese bile içten içe bir kıskançlık vardır. Mesela bir kardeşi olan herhangi bir çocuğun kıskançlık göstermesi olağan karşılanır. Evet olağan bir durumdur ama ortada korkuya dayalı bir sahiplenme vardır. Bu ilkel güdülerin etkisinden olgunlaştıkça sıyrıldığımızı düşünürüz.
Olgunluk döneminde tüm mantığa dayalı düşüncelerimize rağmen, korkular yine bizi esir alır. Korku ve heyecan duyduğunda vücudun salgıladığı adrenalin hormonunun kimyasal etkisinin de bu durumda etkisi vardır. Elindekileri kaybedeceğine dair korku, insanı kendisinin bile tanımadığı vahşi bir hayvana dönüştürebilir. İşte faşizm bu korkulardan beslenmektedir. Yani belki biraz ağır kaçacak ama faşizm tuzağına yakalanmış insanlar bir anlamda korkularına esir olmuştur. Amiyane tabirle kendilerine korkak demekte bir beis görmüyorum. Ama bu korku tuzağına hepimiz düşüyoruz. Belki daha hümanist bir düşünce tarzı bu anlamsız korkulara set çekebilir. Tabii ki hepsine değil ama en azından toplumsal infiale sebep olacak siyasi temelli korkular için bir çözüm olabilir. Bugün Kürtlere karşı ırkçı söylemleri dile getirenlerin aslında onlardan en çok korkanlar olması tesadüf müdür? Özellikle kendi çevresinde rastlamadığı, tanımadığı, bilmediği bir kültürle karşılaşmak insanları dehşete düşürür. Eğer karşısındakinin farklılığını kabullenemezse, hayatta kalmak adına onu reddetmesi gerekir.
Ne yazık ki Türk toplumun yıllarca, Kürt sorununa karşı bakış açısı bu korkudan ibarettir. Kürtlerin de farklı bir bakış açısı olduğu söylenemez. Kendi çevrelerinden duydukları Polis'in, Jandarma'nın işkence öyküleri, bir anlamda Kürt halkı için gizli bir korku yaratıyor. Bu hem Türklere karşı gizli bir korku, onlara güvenmeme, faşizan bir kendini üstün görme gibi hezeyanlara neden oluyor. Zaten faşizmin kendini üstün göre durumu bir tür aşağılık kompleksinden ileri gelir. Kendini tanıyan ve başkalarından zayıf yönlerini bilen insanoğlu bir şekilde bunu kapatmak adına kendini yüce gösterme gayretine girer. Milletlerin de her ne kadar birlikte hareket eden bir organizma olmasa da benzer kültürel altyapıdan insanların temel özelliklerini barındırdığı söylenebilir. Bu durumda o topluma ait insanlarda genel anlamda böyle bir aşağılık kompleksi varsa bu bir şekilde Millet olgusu üzerinde Milliyetçi ve hatta faşizan bir tezahüre neden olabilir. Milliyetçi olgularında bir anlamda benzer ilkel güdülerimize hitap etmesi faşizanlığa yoğrulmasını kolaylaştırır. Evet sadece milliyetçiler değil, sosyalistlerinde mesela faşizm tuzağına düştüğü görülebilir. Ama faşizm ile benzer temellere oturan milliyetçilik aslında bu tuzağı kendisi hazırlar. Özellikle dikkat edin, milliyetçiler içinde yaşadıkları toplumun zayıf yönlerine değil güçlü yönlerine odaklı bir söyleme sahiptir. Bu aşağılık kompleksi, bilinçaltında yatan korkuların canlanmasına, kişinin yalanları gerçek olarak görmeye başlamasına ve bu yalanları yıkacak her türlü girişim karşısında köşeye sıkışmış kedi misali büyük bir güçle etrafına saldırmasına neden olur.
Doğrusu kendimde de gördüğüm bu temel insani hataların Milliyetçi ve faşizan söylem ve eylemlerin temeli olduğunu düşünüyorum. İletişim fakültesine başladığım günden beri Milliyetçilerin davranış şekilleri beni hep meraklandırmıştır doğrusu. Bana gazetecilik ve hayat adına bildiğim her şeyi öğreten Kemal Aslan'ın sokak dili ve Milliyetçi söylem üzerine anlattıkları bugünkü temel düşüncemin şekillenmesine yardımcı oldu. Şimdiye kadar Milliyetçilik üzerine çok kitap okudum ve aslında Milliyetçi söylem üzerine uzmanlaşmak istediğim bir alan. Özellikle son dönemde ve doğrusu gelecek elli yıllık dönemde hem Türkiye hem de dünyada Milliyetçiliğin hemde beklediğimizden daha şiddetli bir şekilde hortlayacağını düşünüyorum. İşte tamda bu noktada Milliyetçiliğe, faşizme ve nereden kaynaklandığına dair fikir ve söylemlerin daha da değerleneceği kanısındayım. İşte bu yüzden hedefim, Milliyetçilik alanında kendimi geliştirmek ve hatta bu konuda Doktora sürecine kadar uzanacak bir bilimsel disipline kendimi adamak. Bu hedefi ne kadar gerçekleştiririm bilmesem de temel fikirlerimi bu yazıda kaleme aldığımı söylemem gerekir.