Gerçeği görebilmek


Sevdiği kadın çok uzaklardaydı artık. Aslında aralarına giren mesafeler değildi. Nerede olduğunu da biliyordu, ne yaptığını da ama işte çok uzaktı bu sefer yanında olsa dokunamayacağı kadar. İşin kötü yanı hiç sevgiye dair bir şey beslememişti adama karşı en fazla arkadaş diye bakıyordu. Adam ise çok sevmişti, belki de hayatında kimseyi sevmediği kadar çok. Kadının kalbinde ise bir başkası vardı. Adam ona kalbini açtığında nedense anlamak istememişti bunu. Tüm bahanelerin ardında bir başka adam vardı oysa. Anlam verememişti belki insanın sevdiği birisi olduğunu böyle gizlemesini. Kadın ise gizlemeliydi herkesten, kimseye güvenemezdi. 

Oysa bu sır adamı daha da çekti bu aşka. Kurtulamadı bir türlü. Çünkü anlayamıyordu kadının ne sakladığını. Oysa sakladığı şey tam da gözünün önünde duruyordu. Aslında hissetmişti bunu. Hani yok, olmaz diye geçiştirmişti bir kaç kez. Ama işte hislerine güvenmesini öğrenemeyen bu adam yine gerçeğin kokusunu aldığını gerçekle yüzleşince anlayacaktı. Bilseydi kalbinden kopan bir çiçek gönderir miydi sevdiği kadına. Öyle bir sevmişti ki onu, çiçeğini çöpe atmasına karşın affetmişti bütün kalbiyle. Aklına da gelmişti hani, neden demişti bir kadın çiçeği çöpe atsın diye. Doğum gününde gönderilen bir çiçek neden çöpe atılırdı? Tamam diyordu, erkek arkadaşı varmış ama çöpe atmak bir tür gösteri değil midir? O anda aklına gelmişti acaba erkek arkadaşı mağazadan biri miydi diye? Aralarında o adamı da düşündü ama yok dedi, sanmam. Oysa işte orada duruyordu gerçek, görmek istemiyordu. 

Şimdi rüzgarlı bir akşamüstünde kapısında beklediği bu alışveriş merkezi ona dar gelmeye başlıyordu. Her yerinde o kadına dair hatıralar vardı. Ne yana dönse onu göreceğini düşünerek yaşamak ve onu görmeyeceğini bilmek böyle bir kördüğüm yoktur insanın yaşamında diye düşündü. İnsanın hep bildiği ama bilmezlikten geldiği bir gerçeği görmesi kadar acısı da yoktu adama göre. O fotoğraftan önce bilse de her şeyi, fotoğrafın anlattığı gerçek kalbinde sevgiye dair her şeyi silip süpürmeyi bilmişti. Hani uzun zamandır elveda diyordu o kadına. Çok yazılar yazmıştı onun için, onun ardından. Anlamıştı artık o kadın yazabilmesi için yıllardır aradığı ilhamın ta kendisiydi. Onu sevmeyi bırakmış olsa da yazmaya devam edecekti. Kalbinin en dokunulmamış köşesine siyah beyaz bir fotoğrafını astı kadının. Masum, el değmemiş ve hafifçe hayata gülümseyen. Şimdi, kalbinin en nadide köşesine kurduğu çilingir sofrasında tüm kapıları kapatıp bir duble rakı içmenin zamanıydı. Hayatın hep yek geldiği her vakitte o kadının hatıraları iyi bir kaçış olacaktı adam için. Kimsenin yerini bilmediği bu köşenin kapılarını kilitleyip saklamanın zamanıydı şimdi. Nasıl olsa bu hayat daha birçok kez o kilitli kapıları açmak zorunda bırakacaktı. 

Şu an için belki o kadının yerini alabilecek birini hayal bile edemiyorum dedi. Ama biliyordu şimdi kapısına kilit vurduğu o köşede daha ne kadınların fotoğrafları asılmış, ne hatıralar saklanmıştı. Belki hiçbiri böyle sarsmamıştı onu ama bir gün bir başkası alacaktı o fotoğrafın yerini. Ve o kadının resmini de tıpkı diğerleri gibi sandığa kapatacaktı adam. Unutmak değildi bu, sadece mutlu bir hatıraya dönüşecekti bir gün. Adam gökyüzüne baktı ve Tanrı'ya yakarırcasına o günün çabuk gelmesini diledi. Şimdi sahile doğru yürüyüp, İstanbul rüzgarlarının efkarını alıp götürmesini bekleyecekti. Rüzgar lodostan esiyordu ama nedense içi üşüyordu adamın. Soğuk olan rüzgar değildi aslında. Kalbi yeniden soğumuştu. Denize baktı yeniden o kesif kanalizasyon kokusunu almaya başladığını hissetti. Özlemişim dedi adam, gerçeği görmeyi ve koklamayı özlemişim dedi. Keşke aşık olduğunda da dönenin kendisi değilde dünya olduğu gerçeğini hatırlayabilse belki böyle vurgun yemişe dönmezdi. Ama işte tecrübe dediğimiz şeye yaşamadan sahip olamıyoruz dedi ve güneş denizin içinde kaybolurken o da Kadıköy'ün insanları arasında kaybolup gitti. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski