Seni hep mutlu hatırlamak

Gecelerdir yazıyordu adam, kadın hakkında. Biliyordu artık o kadın hiç okumayacaktı bunları. Hep başkaları görecekti ama o kadının haberi bile olmayacaktı. Dün yeni bir şey öğrenmişti adam. O kadın anlatmıştı, kimse gönderdiği çiçekten öğrenmemişti aslında o kadın kullanmıştı çiçeği, kendi hakkındaki dedikoduları susturmak adına bir yem gibi kullanmaya çalışmıştı. Neyse dedi adam, kendisi için halen masum bir genç kadın süslüyordu hayallerini. Sonra düşündü adam acaba kalp dediğimiz bu meret gözlerin içinde sakladığı gerçeği aslında fark etmiyor mu diye? Belki de orada bir yerde saklanan gerçekleri aşık olunca göremiyor. Şimdi gördüğü hiç bir şeyi o anda görememiş olmasını başka neye yormak lazım. Adam kalbine koydu elini ve şöyle dedi, biliyordun değil mi aslında sen her şeyin farkındaydın. O kadının başkasına gönül verdiğini biliyordun. Ondandı bütün o telaşın. Beni ondan hep sıkıştırıyordun gönül dedi. Sonra elindeki defteri açtı adam. Pek okunaklı bir yazısı yoktu ama ne yazdığını biliyordu adı gibi. 

O gece Kadıköy sahilinde gün doğumunu izlerken kaleme aldıklarını okumaya başladı. Ardından gece bir anda elektrikler kesilince yazdıklarını. Ve okuyunca anlamıştı adam artık o kadın, hayatının herhangi bir yerinde yoktu. Bir anı olmuştu onun için. Uzaktan el salladığı bir gemiydi. Hani unutmamıştı onu ama, yüzü gözü ve ellerini olduğundan farklı hatırladığını anladı. Olduğundan daha mutlu hatırlıyordu onu. Düşündü, kendine kızdığı zamanlarda bile onun güldüğünü hatırlıyordu. Hani çiçek gönderdiği o gün yanına gelmişti ya, nasıl kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu. Büyük bir kabahat işlemiş bir çocuğun duvarın ardında annesinden saklanırken hissettiği korku gibi. Korktuğu için saklanmazdı aslında çocuk, kabahati bile olsa sevdiği kişinin yaralaması korkuturdu onu. Adamda öyle korkmuştu. Hani bir kabahati de yoktu. Sadece doğum günü için bir çiçek göndermişti adam ama işler hiçte istediği gibi gitmemişti. Ama bugün bile pişman değildi adam yaptıklarından. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi adamın, kadının geldiğini görmüştü oradan ayrılabilirdi ama bekledi. Bir ömür gibi gelmişti ona. Kadına çıkma teklif ettiği o geceyi tekrar yaşar gibi oldu. Adam o anda ağlamamıştı ama şimdi bu satırları yazarken gözleri dolmuştu. Ve kadın gelmişti yanına adamın. Saçları her zaman sevdiği gibi kıvır kıvırdı. Zaten nedense saçlarını düzleştirmiş hali aklına gelmiyordu. Hiç sevmemişti öyle kadını ve hiçte öyle kalmamıştı aklında. Kadın yanına gelmişti ama şimdi onun kızgınlığı değil gülüşleri aklına geliyordu adamın. sanki o an bile gülümsüyordu adama. 

En çokta çiçeği kendi için gönderdiğini söylemesi kızdırmıştı adamı. Her hatırladığında ağzının payını vermeliyim diyordu. Ama sevdiği kadına kıyamamıştı. Evet çok sinirlenmişti adam bu sözlere. Dün gece yine düşünmüştü ve şöyle diyordu düşünde adam. Ben hayatımda hiç bir kadına ne sevdiğimi kanıtlamak için ne de gösteriş yapmak için göndermem çiçek. Ben eğer bir kadına çiçek gönderdiysem bu onun mutlu olmasını istediğimdendir diyecekti adam ama diyememişti. Çünkü adamın en sevmediği şey çiçekle ya da başka bir hediyenin aracı olmasıyla sevdiğini söylemesiydi. Ona boş geliyordu bunlar. Kendine sorsa, o çiçeğe yazılı kelimeler tüm anlamı ifade ediyordu aslında. Hem sevgisini anlatmak için olsa öyle basit bir şey göndermezdi adam. Hani şekilciliği sevmezdi ama maksadı kendini tatmin etmek olsa en iyisini yapardı herhalde. Ama kadın onu tanısaydı kalbini paramparça eden bu lafı söylemezdi adama. Bilirdi çünkü o çiçeğin adamın yüreğinden kopup geldiğini. O çiçeğin aslında sözlerini kadına iletmek için bir aracı olduğunu bilirdi. Her şeyi unutabilirdi adam, o kadının yüzünü asmasını, kendi yok gibi davranmasını ama o çiçeği kendi için gönderdiğini söylemesi işte bu adamın içine fena halde oturmuştu. 

Adam bu sözü her hatırladığında kadının kendini tanımadığı gerçeğiyle yüz yüze kalıyordu. Oysa adamın bir çiçekle kendine gelecek bir kadını istediği de yoktu hani. Çiçekte yazmıştı adam, "İyi ki doğdun güzel kadın, iyi ki seni tanımışım. Umarım hayatında hep seni mutlu edecek insanlar çevrende olur. Erol Evgin'in de dediği gibi, hep böyle kal güzel kadın, hep cana yakın." Her şeyi anlatmaya yetmiyor muydu tüm bu kelimeler. Yoksa yalan mı söylemişti o kadın okudum diye. Aslında göz ucuyla bile bakmadan çöpe mi atmıştı o çiçeği. 

Peki ama adam neden hala hatırlıyordu tüm bunları. Aklının bir köşesinde neden halen tüm bu saçmalıklar vardı. Unutmak varken neden bu güzel hatıralarla yaşıyordu adam. Sonra anladı adam aslında o aşık olmayı seviyordu. Biliyordu içten içe sevdiği kadınların hiç biri kendi aşkına değecek kadar saf ve temiz kalpli değil. Belkide kalbine güvenmemeliydi artık adam. O aşkın büyüsüne kapılmak, hiçbir uyuşturucunun veremediği o sürekli heyecan ve adrenalini yaşamak değildi belkide aşk. Aşk adamın içinde bir yerdeydi aslında. İçinde var olmayan bir şeyi uyandırıyor değildi adam. Madem dedi adam orada bir yerde, o aşkı hak edecek kadını bu sefer kalbimizle değilde aklımızla seçmeliyiz dedi. Doğrusunu mu yapıyordu emin değildi ama en azından denemediği bir yoldu. Acaba aşık olacağım bu kadına deyince aşık olmak mümkün müydü? Pek inanmıyordu aslında adam buna. Belki de o kadının sevdasının sarhoşluğundan kurtulmak adına bir yoldu bu. Sayfaları karıştırdıkça tüm bunlar aklına geliyordu adamın. Ve defteri kapattı adam. Sevdiği kadın için yazdığı ve çizdiği her şeyi bir kenara kaldırmak adına defteri kitaplığın en ücra köşesine yerleştirdi. Şimdi gitme zamanıydı, İstanbul her sonbaharda olduğu gibi bir gülümsüyor bir ağlıyordu. Tıpkı adamın şimdiki hali gibi. Beni en çok bu şehir anlıyor dedi adam ve kendini onun kollarına bıraktı. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski