Biz büyüdük ve ancak şimdi anladık o dönemlerde yürütülen kirli savaşın yöntemlerini. Bugün ise yöntemler değişti ama çatışmalar halen devam ediyor. Devlet halen bölge halkına ve politik aktörlere zulüm ediyor. Eskiden OHAL içine alıp, bölgede terör estiren devlet şimdi ise bir taraftan hak veriyoruz deyip diğer taraftan Kürt halkının tepesine balyoz gibi inmeye devam ediyor. Ve Kürtler, dün nasıl teröristi kendini kurtaracak bir kahraman olarak görüyorsa bugünde öyle görüyor. Bugün yani 1 Eylül Dünya Barış Gününde eğer Kürtlerin İmralı çözümün merkezidir mesajları ile çınlıyorsa meydanlar devletin nasıl bir Kürt politikası olduğu daha iyi ortaya çıkar. Oysa bu ülkede yaşayan herkes, Öcalan'ın içinde yer aldığı bir çözümün Türkiye için kabullenilemez olduğunu bilir. İşin kördüğüm yanı bunu devlet kabul etse bile sokaktaki vatandaş kabul etmez.
Ama ne oluyor, bizim tüm çocukluğumuzu ve gençliğimizi elimizden alan terör sorunu, Kürt sorunu bu sefer gözünü olgunluk çağımıza dikmiş. Bu gidişle ben bundan on sene sonra yine bir bilgisayarın başında, bu satırlara benzer cümleleri yazacağım. Tek fark belki daha yaşlı ve daha olgun bir adam olacağım. Sakallarım ve saçlarım tamamen beyazlaşmış, belki yanımda sevdiğim kadın ve çocuklarım olacak. Ama ben yine ne zaman bu terör sona erecek diye düşüneceğim. Oysa hep yazdım bunu, 1999-2004 arasındaki dönemde barış geldi bu topraklara. Gaffar Okkan isimli bir Emniyet Müdürü, Diyarbakır sokaklarında Polis ile halkın barışmasını sağladı. Bana Kürtler terör yanlısı, hiç barışa değer vermezler diyenler nasıl açıklıyor bu dönemi? Bana Polis halka zulüm eder ve şiddeti körükler diyenler nasıl açıklıyor Gaffar Okkan'ı?
Ben otuz yılımı verdim bu ülkeye, karşılığında ise kan, terör ve ölümden başka bir şey almadım. Çocukluğum katliamlarla, cinayetlerle, mafya hesaplaşmaları, hükümet krizleri, ekonomik çalkantılarla geçti. Gençliğim yeniden köpüren terörle, ülkedeki muhalif olan her kesime yönelik faşizan baskılarla, sağ gösterip sol vuran sağ iktidarın ülkeyi muhafazakar çizgiye taşımasına şahit olmakla geçti. Şimdi yeni bir çağa, olgunluğa adım atarken önümde halen karanlık bir yol var. Bu bitmeyen yolun sonu yok ve her geçen gün aydınlanacağına daha çok kararıyor. Hani aydınlığa en yakın yol karanlığın en zifiri anı derler ama her geçen gün dahada kararıyor gelecek.
Ben çıkışı göremiyorum artık. Umutsuz değilim halen, her şeye rağmen inanıyorum geleceğe, kendime ve ardımdan gelen kuşaklara. Beytüşşebab'ta gerçekleşen terör saldırısını, pusuyu anlatmak istemiyorum artık. Yazmak istemiyorum, çatışmaya değil müzakereye inandığımı.Artık yazmak değil görmek istiyorum bu gözlerle. Tüm Ortadoğu planlarına rağmen iki halkın bir arada yaşayabilme iradesini göstermesini bekliyorum. Ortadoğu'nun karmaşasından kendini çekip çıkaran bir ülkede yaşamak istiyorum. Çok şey değil bu isteklerim. Milliyetçi ve muhafazakar damarlarını kesip atan, insanı insan olduğu için seven bir anlayışın bu ülkeye hakim olmasını istiyorum. Gençliğimi geride bırakırken yeni bir Türkiye görmek istiyorum. Ben göremesem bile daha insanca yaşanan bir ülkede yaşamak torunlarımın hakkı en azından. Umarım çok geçmeden tünelin ucundaki o ışığı görebilirim. Işığa ulaşmaya ömrüm yetmese bile bir umutla veda etmek isterim bu hayata.