Geçenlerde, adamın halen çalıştığı eski mağazasını ziyarete gelmişti kadın. Adam çok dua etmişti, bir daha bana gösterme o kadını diye. Demek ki Allah'ın sevdiği bir kuluydu adam. Kadına rastlamamıştı o gün. Doğum gününden bir gün önce, sevdiği kadını elinden alan adamın 15 Ekim'de doğduğunu öğrenmişti. Kafayı kaldırıp, yukarı baktı adam. İçinden neden sonra şöyle diyecekti: "Belli ki bir bildiğin var Allah'ım, bir plan var kafanda ama şöyle söyleyeyim şimdiye kadar hiçbir şey anlamadım anlattıklarından." Sevdiği kadın, askerden döndüğü gün olan 18 Mayıs tarihinde doğmuştu. Kadının sevdiği adam tıpkı kendi gibi bir Terazi burcu ve kendinden bir gün önce yani 15 Ekim'de dünyaya merhaba demişti.
Bunlar birer mesaj mıydı, yoksa otuz yaşın verdiği duygusal depresyonun ilk belirtileri miydi bilinmez. Ama adamın bildiği ya da içine doğan bir şey vardı. Bu sene, tıpkı bundan on sene önce olduğu gibi yeni bir döneme girecekti adam. Hayatı belki sonsuza kadar belki de bir döneme kadar değişecekti. Peki ama hazır mıydı buna adam? Aslında o kadınla birlikte her şey değişmeye başlamış mıydı? Yani bir şekilde hayat onu hazırlamamış mıydı bu sürece? Hayata yeniden dört elle sarılmasında o kadının payını hiç yadsıyamazdı. Onu unuttuğunu söylüyordu adam ama geçen gün arkadaşı mağazaya geldi deyince bile ne kadar heyecanlanmıştı öyle. Tamam belki ilk günkü kadar coşkulu değildi ve zaten olamazdı ama biten bir şey yoktu ortada. Bir Terazi erkeği sevgisine ihanet etmez dedi adam. Belki bir daha dönüp bakmazdı o kadına, biliyordu bir daha hayatında o kadına yer yoktu ama kalbinde hiç sarsılmayacak bir yere sahipti adamın.
Daha bir gün geçmişti otuz yaşına girmesinin üstünden, yaşlanmış gibi hissetmesi gerekmiyor muydu adamın? Tam tersine kendini her zamankinden genç ve zinde hissediyordu. Gençliğini yaşarken insan bir gün gelip bu günlerin biteceğini bilmezmiş diye düşündü adam. Belkide sonuna gelmeden değeri bilinmiyordu gençliğin. Bir daha kimseyi sevmeyeceğine dair kalbine söz verip, gençliğine kilit vurmak isterdi adam. Ama kendini tanıyorsa bu yeminlerin boşuna olduğunu en iyi kendisi bilirdi. Şimdi bir akşamüstü bu satırları yazarken adam, yorulmaya başladığını hissetti. Düşünmekten, sürekli bir şeyler yazmaktan ve güya kendi yazılarını okuyan insanlara bir şeyler anlatmaya çalışmaktan yorulmuştu. Sonra buradaki her şeyi kendine yazdığını fark etmeye başladı adam. Tek yaptığı kafasında tam olarak kararına oturtamadığı düşünceleri kıvamına getirmekti. Hani belki iş konuşmaya gelince susmak zorunda kalmamak adına. Niye yazdığının sebebini hala çözemiyordu adam ama tek bildiği otuz yaşına gelip halen birilerine bir şeyler anlatmaya çalıştığıydı. Hayatı boyunca ne aşktan ne de birilerine bir şeyler anlatmaktan vazgeçmemişti adam. Hayatı boyunca ne güzel bir muhabbete ne de güzel bir kadına hayır dediği olmamıştı. Şöyle baktı ileriye bundan sonra da olmayacak dedi. O zaman hangi yaşta olduğunun bir önemi yoktu. Bir şekilde hayat devam ediyordu. Kaç yaşında olursa olsun aynı adam olacaktı. Savunduklarından vazgeçmeyecek, sözünü sakınmadan yoluna devam edecekti.
Kalemi bıraktı adam elinden. Bir doğum günü yazısı için fazla uzun dedi. Şimdi yarın neler yazacağının düşünmenin vaktiydi. Madem hayatımız yazıyla geçecek onunla yaşamaya alışmak lazım diye düşündü. Düşündü ve kalemi elinden bıraktı.