Kurbanımız insanlık


Myanmar'da gerçekleşen katliam ve yazılanlar hakkında birkaç farklı ayrıntı dikkatimi çekti. Ne yazık ki bizim İslamcı arkadaşlarımız pek katliamlara nasıl bir gözle bakılacağını bilmediği için olayların akıbetini işine geldiği gibi yansıtmayı tercih ediyor. Bilmedikleri ise dışarıdan bu yaptıkları olayın bazı yönleri örtbas ediliyor şeklinde algılanıyor. Dış kaynaklara baktığımızda ise birçok kaynak mesela olayın başlangıcının üç Müslüman'ın bir Budist kadına tecavüzü olarak gösteriyor. Peki ama olayın nasıl başladığı önemli mi? Ortada sırf Müslüman oldukları için katledilen bir toplum var. Tabi bizim aksimize batılı ülkelerde bu tür ayrıntılar haberin ana unsuru değil, bir tür bilgilendirme olarak veriliyor. Çünkü ortada büyük bir insani kıyım var, bu noktada ilk taşı kimin attığının önemi kalmıyor. Ama nedense bizimkiler, ortada çatışma yok, bir anda sebepsiz saldırdılar diye tutturmuş gidiyorlar. 

Sanki ortada sebep olması oradaki insanların katledilmesini meşrulaştıracak. Adamlara da hak vermek lazım. İnsan böyle bir ülkede yaşayınca neye nasıl tepki vereceğini şaşırıyor. Evet üç Müslüman gencin bir Budist kadına tecavüz etmesi kabul edilemez ama bu bölgede yaşayan Müslüman nüfusun temizlenmesi için bir sebep olamaz. Ama burada ilginç olan sadece bir tecavüz olayıyla büyük bir Budist kitlenin ayağa kalkması. Belli ki iki toplum arasında uzun bir süredir yaşanan bir gerginlik var. Aslında biraz araştırdığınız zaman bu gerginliğin nedenini görüyorsunuz. Rohingyalar adıyla da anılan Myanmar Müslümanları nedense asıl yaşadıkları yer olan Myanmar'da vatandaş olarak tanımıyorlar. Yıllardır süren bu sorun zaman zaman bölge halkının komşu Bangladeş topraklarına sığınmasına neden olmuş. Maynmar'ın Budist halkı arasında Rohingyalı Müslümanlar her zaman için rahatsız edici bir unsur olmuş. Bunda devletinde eli olduğu düşünülebilir. Özellikle, Doğu Pakistan yani Bangladeş'in bağımsızlığını ilan etmesi sonrası bu ülkeyle komşu olan Myanmar için, Rohingya halkı daha da büyük bir tehlike olarak görülmeye başladığı ortada. 

Özellikle son dönemde özellikle Sünni Müslümanlar arasında yaygınlaşmaya başlayan fundamentalist akımlar yani aşırı dincilik belli ki Myanmar hükümeti tarafından yerel halkı kışkırtmak adına kullanılmış. Rohingya Müslümanlarının da Sünni olduğu düşünüldüğünde bu propagandanın etkili olduğu aşikar. Yine aynı topluluk hem Bangladeş hem de Malezya toraklarında da yaşıyor. Ama ne yazık ki bu toplum adı geçen bütün ülkelerde mülteci konumunda. Hatta kendi ülkesi olan Myanmar bile Rhingyalıları mülteci kabul ediyor. Yani aslında bu katliamın temelleri çok önceleri atılmaya başlamış. Bugün dünyanın dikkati bölgeye çekilmiş bile olsa, bölge insanını Myanmar'dan kurtaracak bir ülke ortada yok. Nüfusunun çoğu Müslüman olan ve Müslümanlar tarafından yönetilen Malezya'nın bile yanı başında gerçekleşen bu katliama ses çıkarmadığı düşünülürse Rohingya halkının kurtuluşu zor görünüyor. 

Peki ama Uluslararası örgütlenmeler müdahil olamıyor mu? BM'den büyük bir ihtimalle Çin vetosu nedeniyle bir yaptırım beklemek hayal olacaktır. Her ne kadar Çin ile Budistlerin arası da Tibet nedeniyle açık olsa da, Çin'in Müslüman toplumlara olan kinini bildiğim için böyle bir karara izin vermeyeceğini söyleyebiliriz. Rusya'nın bile bu noktada Radikal İslama olan bakışı nedeniyle Veto hakkını kullanma ihtimali büyük. NATO'nun ise hem de ABD seçim arifesinde böyle bir karar alıp Myanmar'a müdahalede bulunması hayal. Bizim ve diğer ülkelerde toplanan yardımların bölgeye ulaşması ise zor. Zor çünkü Myanmar hükümeti Uluslararası yardım kuruluşlarının bölgeye ulaşmasına izin vermiyor. Uluslararası Toplumunda yapacağı baskının ne kadar etkisiz kalacağı da yakın tarihte görüleceği üzere ortada. Evet karşımızda olumsuz bir tablo var ve muhtemelen Ruanda benzeri bir soykırım ile tarih bizi yüz yüze bırakıyor. Ve Uluslararası örgütler Ruanda ve Bosna gibi örnekler sonrası şimdi de Myanmar'da ne kadar etkisiz olduklarını bize göstermek üzereler. 

Ülkede bir taraftan ölüm oruçları 47. gününe giriyor, bir taraftan terör saldırıları sürüyor ve her gün yeni bir şehit haberi içimizi yakıyor. Hiç kimse her neyi savunuyor olursa olsun artık kan akmasını istemiyor ama işte gönül isterdi, ölüm orucuyla hak arayan mahkumlar birde oğlunu şehit veren anne babaları da düşünsün. Hani sol demek empati yapabilmeyi gerektirir. Sadece kendi davanı savunup sonra da yok biz barış istiyoruz demek bana halen sahtekarca geliyor. Bu ölüm orucu tutan mahkumların ölmesini istediğim anlamına gelmesin. Yıllarca F tipi cezaevlerinde tecrit altında yaşayan siyasi mahkumlar şimdi de KCK'dan Ergenekon'a, Oda TV davasına kadar her muhalifi terörist ilan eden bu düzene karşı bir bildiri yayınlayıp eylem yapsaydı kabulümdü. Ama işte benim itirazım işi evirip çevirip sözde liderlerine getirmeleri. Hani ikide bir bu mesele hakkında yazmamın sebebi, işin insani tarafıyla siyasi tarafının birbirine girmesi. Evet insani olarak ölüm orucu tutan mahkumların yaşamasından yanayım. Savaşın değil müzakerenin çözüm olmasından yanayım. Ama işte gelip davalarına ve liderlerine saygı duymamı beklemesinler. Belki acılarına ortak olurum ama bu liderlerine ve katliamlarına sessiz kalacağım anlamına gelmez. Elinde silah tutan hiç kimse adına ne derse desin barıştan söz edemez. Kısacası silahla barış olmuyor, ölüm orucu tutarken Apo'nun posterini duvara asmakla barış olmuyor. Umarım bunu da bir gün anlarlar. İşin kötü yanı o gün geldiğinde iş işten geçmiş olacak gibi geliyor bana. 

Her neyse dünyanın gözü önünde Myanmar'da katliamlar işleniyor, Suriye'de kardeş kardeşe girmiş ve belki yakında Lübnan tekrar iç savaş ile sarsılacak. Hani Bayram'da savaş olmaz, silahlar susar tek akan kan kurbanların kanı olurdu. Bu bayramda kurban olarak insanlığı seçtik galiba. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski