Bugünlerde cnbc-e'nin yeni dizisi newsroom'u seyrediyorum. Hani yabancı dizileri İnternet sitelerinden izleyenlerin aksine, cnbc-e ile olan haftalık düzenli ilişkimi askıya almaya niyetim yok. Diziye bakarsanız bize fazlasıyla ütopik bir Amerikan medyası profili çiziyor. Özellikle ABD'nin Televizyon medyasının ABC, CBS, NBC, FOX ve CNN'den oluştuğunu bilenler için fazlasıyla ütopik bir tablo. Bilmeyenler için bu kanalların nasıl Televizyon sektörünü tek başına belirlediğine dair ufak bir kronolojik bilgi verelim. Öncelikle NBC, CBS ve ABC kanalları, Televizyon yayıncılığının ilk günlerinden itibaren bu piyasada var olan TV kanalları. Televizyonun bulunması sonrası, ülkede kurulan Ulusal Yayın şebekesi bu üç kanal tarafından kullanılmaya başlıyor. Daha sonra bu piyasaya birçok yerel kanal girse de, Ulusal şebekenin kontrolü hiç bir zaman bu üç kanal dışına çıkmamıştır. Peki ama CNN ve FOX nereden çıktı?
Hani o meşhur Körfez savaşları vardı ya, bazılarımız için ekranda gördüğümüz yeşil ışıklardan ibaret olan. Bir kablolu kanal olan CNN, bu savaşta ABD ordusunun yanında gönderdiği muhabirler sayesinde ilk defa canlı yayında bir savaşa tanıklık etmemizi sağlamıştı. O güne kadar Ulusal ağa rakip olamayan ama tıpkı onun gibi ABD'nin her köşesine yayılmaya başlayan kablolu Televizyon ağı ilk kahramanını bu şekilde yarattı. Körfez savaşı sonrası özellikle Cristiane Amanpour gibi önemli bir muhabir sayesinde, dünya liderleri CNN ekranlarında yer almaya başladı. Tabii ki CNN'in arkasında Time Warner gibi dev bir film şirketi olduğunu da unutmamak gerekir. Murdoch'un kanalı olan FOX'ta özellikle son Irak işgali sonrası büyük bir sükse ile bu dörtlünün yanında önemli bir yer edindi. ABC, CBS ve NBC'nin de ABD'nin en zengin ailelerinin elinde olduğunu söylememe bilmem gerek var mı.
İşte bu nedenden dolayı newsroom'da karşımıza çıkarılan bağımsız bir haber merkezi bana biraz hayal gibi geliyor. Türkiye gibi bir ülkede bile medya rahat bırakılmazken, ABD'den hem de bağımsız bir haber kanalı beklemek fazlasıyla Polyanacı bir yaklaşım. Ama işte sonuçta hayal gücüne saygı duymak gerekiyor. Hani ABD hakkında bu kadar attık, tuttuk ama bu memlekette medya ne durumda? Hani görsel medya çoktan ipleri RTÜK ve iktidarın eline kaptırmış durumda. Oradan zaten bir beklentimiz kalmadı.Yazılı medya her zaman bütün dünyada görsel medyaya göre daha özgürdür ve bizim ülkemizde de öyle. Ona rağmen ne yazık ki öyle bir piyasa yaratıldı ki ya birilerinin maşası olacaksınız ya da bağımsız ama güçsüz olmayı tercih edeceksiniz.
Toplumda tıpkı 70'lerde olduğu gibi fikir ayrılıklarının ve cepheleşmelerin yaratılmaya çalışıldığı bir dönemdeyiz. Bu açıdan medyada büyük bir rol üstleniyor. Hem de eskisi gibi sadece siyasi görüşler değil, tuttuğunuz takım üzerinden bile ayrışmamız adına her gün yeni bir senaryo ile karşı karşıyayız. Hani o kadar apolitik bir kuşak yetişti ki 80 sonrası, on yıllık iktidar sonrası bile halk içinde siyasi ayrışma yaratmak mümkün olmadı. Fenerbahçe üzerine oynanan oyunun sebebini de bu açıdan başka yerde aramamak gerekiyor. Peki ama hiç mi muhalif basın yok? İşin acıklı tarafı da burada başlıyor. Gazeteciliği manşetten hakaret etmekten ibaret olarak öğrenmiş olan Gözcü tayfasının gazetesi Sözcü ne yazık ki Türkiye'nin en çok satan gazetesi olma yolunda hızla ilerliyor. Ne yazık ki diyorum çünkü sırf muhalif olmak adına dezenformasyonu haberin unsuru olarak kullanan bir gazetenin başa güreşmesi benim açımdan kamplaşan bir ülkenin habercisidir. Nasıl Posta gibi toplama bir gazetenin en çok satan gazete olması Türk basını için uyarıysa, Sözcü'nün bu yükselişi de gazetecilik mesleği ve toplumsal kamplaşma adına bir uyarıdır.
Sözcü'yü sevenlere belki şu örneği verirsem daha iyi anlaşılır. Taraf ve Akit gibi gazetelerin bu ülkede en çok satan gazeteler arasına girdiğini düşünün, Sözcü örneği o zaman anlam kazanacak. Tabii ki şimdi çıkıp bana bunların ideolojik bakışları şöyle böyle diye yazabilirsiniz. Ama ben burada kimsenin dünyaya bakışına eleştiri getirmiyorum. Kendi bakışını, okuyucunun kafasına vurarak empoze etmeye çalışan proaktif gazeteciliğin ülke medyasında egemen olma tehlikesinden bahsediyorum. Bu 1970'lerin militarist gazeteciliğinin geri dönmesi anlamına geliyor. Gazetecinin tarafsız olması gerektiğini söylemiyorum. Bu liberal ekonominin yarattığı habercilik olgusunun en büyük yalanıdır. Tarafsız haber demek, fabrikasyon bir şekilde üretilen ve suya sabuna dokunmayan habercilik anlamına gelir. Oysa bir gazeteci ne haberi ideolojik bir metine dönüştürmeli ne de fabrikasyon bir nötrleştirmeye tabii tutmalıdır. Gazeteci ikisi arasında dengeyi kurabilen kişidir. Bu meslekte namus önemlidir ve gazeteci işine gelen gerçeğin değil gerçeğin bütünün peşindedir.
Ama ne yazık ki hem dünyada hemde bu ülkede gerçeğin peşinde koşanların sayısı gün geçtikçe azalıyor. İdeolojik iktidar savaşlarına değil, halkın sorunlarına eğilen bir gazetecilik hali hazırda var olmuş değil. Ignacio Ramonet'in bahsettiği, medya gözlem evi, Yurttaş gazeteciliği yani gazetecinin yurttaş için haber yapmasını onun hakkını savunmasını esas alan gazetecilik hala bu dünyada hayal. İnsanlar halen kendi ideolojilerine yakın haberleri kabul etmeye, gerçeği değil işine geleni duymaya devam ettikçe bu sistemin yıkılması mümkün değil. Belki hala umut var ama, newsroom dizisinde olduğu gibi bağımsız bir haber merkezine kavuşmak, bir Pegasus görmek kadar imkansız gibi geliyor bana.