Tüm bunlara rağmen yeniden oturdu bilgisayarın başına adam. Tekrar, kalemle, yazıyla barışmanın zamanıydı. Bir taraftan ülkede dokunulmazlıkların kaldırılması gündemdeydi. Önemli bir ayrıntı ise, BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılma çabasıydı. Adam şöyle baktı uzaktan, yok dedi bu memlekette yıllar geçse de bir şeylerin değişeceği yok. AKP bir anlamda dokunulmazlıkların kalkmasının önünü tıkamak adına BDP'lileri öne atıyordu. Kamuoyunda bir şekilde ya tepki oluşacak ve dokunulmazlıklar kalacak ya da en azından BDP'den kurtulmak mümkün olacaktı. Adam düşündü, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık dedikleri bu olsa gerek dedi. CHP'nin kürsü dokunulmazlığı da bu noktada yetersiz kalan bir kavramdı. Ama aslında çözüm kolay dedi adam. Sadece milletvekili için değil bu ülkede yaşayan her vatandaş için düşüncenin önündeki tüm engeller kalksa zaten BDP Milletvekilleri için kimse fezleke vermez dedi. Sadece düşündüğü için cezaevinde yatanlar ve şimdi de farklı düşündükleri için dokunulmazlıkları kaldırılıp belki de hapse atılmaya çalışılan BDP Milletvekilleri.
Ama işte burası garip bir ülke dedi adam. Sırf işin içinde BDP olduğu için öyle kolay kolay kimse çıkıp düşüncenin namusunu savunamıyor diye düşündü. Haklıydı da. Amaçta bu değil miydi zaten? AKP ve bu ülkeyi yönetenler bilmiyor muydu bu ülkenin çelişkilerle dolu tarihini. Ne zaman bu ülkede insanlar kendine ters gelen düşüncelerin bile ifade edilebilmesine katlanabilmişti. Şimdi mi değişecekti her şey? Adamın hiç umudu yoktu bu konuda. Kimsenin BDP'nin ardında durmak istememesi de bundandı. Hani kolay değildi BDP'yi savunmak. Bölgelerini savunmak ya da PKK'nın siyasi amaçlarını gerçekleştirmek adına o kadar çaba sarf edince arkalarında durmakta zordu. Ama düşündü adam acaba bölgeyi kendi inisiyatifine almak isteyen güçler bir şekilde BDP'nin sürecin dışına itilmesini istemiyor muydu? Şimdiye kadar Kürtlere, BDP sizin için tek siyasi çıkış yolu diyenler şimdi de önümüzü tıkadılar tek yol PKK diye halkı ardına almaya çalışmayacak mıydı? BDP ve seleflerinin ne kadar önemli olduğunu biliyordu adam. Ama işte bu ülkede siyaset dediğin taraftar olmak gibi bir şeydi. Herkes karşı tarafı mağlup etmenin peşinde dedi adam. Siyaset dediğin şey bir ülkeyi en iyi şekilde yönetme sanatı değil miydi? Ama işte herkesin "her şeyi" bildiği bir ülkede siyasetin bu kadar sert bir zeminde yeşermesini ummakta ayrı bir iyi niyetti. Ne zaman bu ülkede siyaset verimli bir zemine sahip olmuştu en son. Hafızasına ve yakın tarih bilgisine çok güvenirdi adam. Ne yazık ki aklına gelmiyordu adamın. Umarım dedi benim hafızam yanılıyordur, benim yakın tarih bilgim yetersizdir dedi adam.
Bugünlük yeter dedi, artık kalemi elinden bırakması gerekiyordu. Dışarıda parlayan bir güneş vardı. Ama insanın içini ısıtmayan yalancı bir kış güneşi. Tıpkı bu ülkenin siyaset ortamı gibi. Şimdi o güneşe bakıp aldanmaya devam etmek istiyordu adam. Bazen mutluluk denen şey aldanmaktan ibaretti. Şimdi düşünmeyi bırakıp mutlu olmak istiyordu.