Havada bir güvercin göründü, uçsuz bucaksız maviliğin üzerinde bir beyaz nokta misali. Adam özgürce uçan bembeyaz güvercine kıskanç bir bakış atmıştı, neden diyordu bizim barış dediğimiz şey bu güvercin kadar özgürce havalanamıyor. Son günlerde gazeteler, televizyonlar barış diye bas bas bağırıyordu. Acaba dedi adam barışın gelmesi mi yoksa kimden geldiği mi daha önemliydi? PKK terör örgütünün başında yıllarca bu ülkenin insanlarına kan kusturan bir teröristin barış getirebileceğine inanmak adama zor geliyordu.
Bu ülkede kimsenin aklına 1980 darbesi öncesi bu adamın nasıl kendi taraftarlarına darbeyi haber verecek istihbarat gücüne sahip olduğu gelmez miydi acaba? Adam başını ellerin arasına aldı ve düşündü. Geçmişi bu kadar kirli, bu kadar kanlı ve bu kadar sisli bir adamın elinden barışın geleceğine inanmak nasıl bir iyimserlikti. Ama işte bu ülkeyi yönetenler sadece işlerine geldiklerinde iyimser olurlardı. İş böyle olunca adamın aklına bu barışın ardında yatanlar geldi. Ve tekrar gökyüzüne baktı adam, güvercin çoktan gözden kaybolmuştu. İşte dedi bizim barışımız da işte böyle bir anlık olacak. Sonrasında günü gelince ne bulutsuz bir gökyüzü ne de güvercinlere rastlayacağız. Tam böyle derken yağmur yağmaya başlamıştı. Adam tekrar gökyüzüne baktı, az önce bulutsuz olan masmavi gökyüzü renk değiştirmiş, kapkara bulutlarla kaplanmıştı.
Acaba diyordu adam, ben mi çok kötü niyetliyim. Ama biliyordu bu kötü niyet değildi başka bir şeydi. Mesela dedi adam, Fransa'da öldürülen üç Kürt aktivist için terörist deniliyordu. Oysa eline silah alıp adam öldürmemiş yani mücadelesini terörle zehirlemeyen bir insana terörist demek ne kadar doğruydu? Fikirlerle yapılan eylemlere, fikirsel mücadelelere ve siyasi çabalara terörizm dersek dedi adam bu dünyada yaşamak adına daha ne kalacak elimizde. Evet bu insanlar PKK denen terör örgütünün parasal kaynağını ve siyasi anlamda yurtdışında temsilini gerçekleştiriyorlardı. Hatta bir tanesi, PKK'nın kurucularından, Öcalan ile birlikte Apocular adlı ilk dönemde yer alan birkaç kişiden biriydi. Hani bu dönemde Öcalan'ın nasıl Ankara Siyasal'a devam etmeden devletten burs aldığını anlamaya çalışıyordu. Anlamak için çok uğraşmaya gerek yoktu, her şey ortadaydı ama işte yinede bazıları anlamak istemiyordu tüm bu ilişkileri. Adam bu insanların amacına saygı duymuyor ve desteklemiyordu ama fikrin özgürlüğüne inanırdı. Ama işte sokaktaki adamında bunu anlamasını pekte beklemiyordu. PKK'nın en büyük maddi kaynaklarından birinin uyuşturucu ticareti olduğunu ve kendine vatansever diyen sözde milliyetçilerinde Avrupa'da dönen bu ticarette önemli paralar kazandığını hatırlıyordu adam. Onun için rahmetli Uğur Mumcu'nun kitaplarında anlattıklarını unutmaya da niyeti yoktu. Yani dedi adam belki örgüt içi belki Türkiye hatta belki Fransa, hatta hatta başka ülkelerin gizli örgütleri bu kadınları hedef seçmişti. Önemli olan kimin öldürdüğü değil bu hamlenin nerede neyi tetikleyeceğiydi. Belli ki dedi adam, bu kadınların örgüt ve toplum içinde önemli simgesel anlamları var. PKK içinde kadınların ne kadar önemli olduğunu hatırlayınca adam yapbozun parçaları daha iyi yerine oturuyordu. Cenazeler dedi adam, cenazelere dikkat etmek lazım, birileri bu kadınlar üzerinden kendi Tahrir'lerini yaratmanın peşinde dedi adam. Belki haklıydı bu tespitte, belki de haksız, bunu zaman gösterecekti.
Bu ülkede ve dünyada özgürlük mücadeleleri adı altında dönen milyonlarca doların farkındaydı adam. Şöyle bir bakmak lazım dedi adam dünyadaki paranın döndüğü önemli noktaları ya terörün ya da siyasi çalkantıların etkisi altında. Acaba diyordu adam, bunların hepsi tesadüf olabilir mi? Hayatta tesadüflere pek inanmazdı adam, özellikle modern zamanlarda pekte tesadüflere yer kalmamıştı. Hani bir taraftan Öcalan denen adamın elinden barış bekleyenlere, bir taraftan da Kürt sorununa düşmanlık kanadından bakanlara hafifçe gülümsedi adam. Evet belli ki dünyada Türkiye'nin Güneydoğu'su hakkında belli planlar vardı ve haritalar hazırlanmıştı. Adam şöyle bir gözünün önüne dünya atlasını getirdi, nedense tarihin her döneminde Mezopotamya coğrafyası sürekli savaşın merkezinde olmuştu.
Şöyle bir yazdıklarına son bir kez baktı adam çok mu dolambaçlı anlatmıştı barışın yüzünü göstermeye niyeti olmadığını. Ve bunun en büyük nedenini barış için sözde masaya oturanların ceplerinde taşıdığı başka hesaplar olması olarak görüyordu. Barış dedi hem bu kadar uzak hem de bu kadar yakın olmamıştı. Belki dedi adam iki halkta görecek kendini temsil ettiğini söyleyen fikir adamlarının riyakarlığını. Görecek ve o zaman barış için gerçek bir umut doğacak dedi. Son bir kez daha gökyüzüne baktı adam, yağmur durmuş, güneş kara bulutlar arasından yüzünü göstermeye başlamıştı. Sabır dedi adam bu ömürde bir şekilde terör sona erecek ya barışla ya da savaşla. Umarım yolumuz barışa düşer dedi ve yoluna devam etti. Önüne çıkan her yolun sonunu bilmeyi isterdi adam ama o zaman yaşamanın heyecanı nerede kalırdı.