Her 24 Ocak'ta yeniden ölmek




Ocak ayı nasılda ölümlere kucak açıyor bu ülkede. Daha bir kaç saat evvel Türkiye'nin yetiştirdiği gerçek bir aydını Uğur Mumcu'nun hunharca katledilişinin 20. yılını ardımızda bıraktık. Onu sadece ölüm yıl dönümünde hatırlayanlar için sadece bir rakamdı 20. Benim için ise büyüdüğümü anlamamın üzerinden geçen 20 yıl. 

Çoğu kişi pek hatırlamıyor o günü, o sahneyi. Hani bugün televizyonlarda gösterilmeyen kanlı ceset görüntüsü. Aslında ortada bir ceset yok, paramparça olmuş bir insan vücudu bütün sokağa yayılmış. O zamanlar televizyonlar böyle şeyleri sansürlemezdi. Belki bunun sayesinde etkilenmiştim. O zaman orada ölenin kim olduğuna bakmadan, ağlayabilmiştim. Tanımazdım Mumcu'yu. Nereden tanıyabilirdim daha 10 yaşında bir çocuktum. Televizyonda annem ağlayıp, babam katillerine küfür ederken tanımıştım onu. Belki annemin ağlamasına dayanamamış, gözyaşlarım dizlerime inmişti. Ama sonuçta orada canı alınan aydının hayatımı değiştireceğini bilemezdim. 

Yıllarca kitaplarını okudum, söylediklerini tekrar tekrar dinledim. İnsan bir öldürülen Bahriye Üçok, Musa Anter, Uğur Mumcu gibi adamlara bakıyor birde bugün aydın diye Atatürkçü diye geçinenlere. O zaman daha iyi anlıyor bu ülkenin nelerini kaybettiğini. Kimle konuşsam aslında çokta iyi tanımadığını anlıyorum Mumcu'yu. Aslında çokta berrak anlatmıştır kendini ama işte kitaplarını okumazsan ancak birilerinden duyduğun kadar bilirsin bu ülkenin değerlerini. Üzerinden tam 20 yıl geçmiş. Dile kolay, daha dünyaya yeni yeni alıştığım bir anda sadece bir adamın canını değil benim neslimin çocukluğunu da elinden aldılar. Özge Mumcu'nun bugünkü yazısını okuyunca daha iyi anladım aslında bizim duyduğumuz acı empatinin ötesine geçemiyor. Nasıl bir şeydir babanın hem yasını tutup hemde onun için böyle kararlılıkla mücadele etmek. Böyle bir misyonu daha çocukluğundan itibaren kaldırmak ve 20 yıla rağmen bu sorumluluğun azalmayıp sürekli artması nasıl bir şeydir. Ne demek lazım buna işkence mi, yoksa sevdiğin ve kaybettiğin bir insan için bütün ömrünü adamak mı? Adı her ne olursa olsun dünyada çok az insanın başarabileceği bir işi başarıyor Mumcu'nun çocukları. Ve yazılarıyla, siyasi tavır ve davranışlarıyla bugün hayatta olsa babalarının alınlarından öpeceği kadarda dik bir duruşa sahipler. 

Bazen insan düşünüyor, Uğur Mumcu yaşasaydı diye, sonra eski konuşmalarını dinleyince aslında hala yaşadığını anlıyorsunuz. Daha dünden bugünü gören paranoyak değil gerçekçi bir adam olduğunu. Sözde onun yolundan giden gazetecilere bakıyorsunuz, sonra gazeteleri köşe yazılarını karşılaştırıyorsunuz. Bazen düşünüyorum da ya bugünün gazetecileri çok geride kalmış ya da Uğur Mumcu o kadar ileri gitmiş ki hala ona yetişemiyoruz. Bir 24 Ocak daha geçti, ömrümüzden bir yıl daha eksildi. Çocukluğumuz artık görülemeyecek kadar uzakta. Ulaşamadığımız eski bir hatıra misali. Zaman aşımı denen hukuksal araç mı gereksiz yoksa bu ülkede birilerinin 20 yıl Uğur Mumcu'yu öldüren güçleri bilmesine rağmen bulmak istememesi mi? Acaba bu ülkede hukukun gerçek anlamda işe yaradığını, adalet dağıttığını görebilecek miyiz? Yoksa bugün olduğu gibi Pınar Selek'i müebbet hapse mahkum eden hukuk ile yaşamaya devam mı edeceğiz? ÇHD üyelerini DHKP/C bağlantılı diye içeri alan ve ülkede avukatta dahil muhalif ses bırakmamaya kararlı AKP hukuku daha ne kadar devam edecek mesela? Ya da AKP öncesindeki sözde Atatürkçü hukuk düzeni mi tekrar hayatlarımıza girecek. Neden acaba bu ülkede yukarı tükürsek bıyık, aşağı tükürsek sakala denk geliyoruz. Hiç mi kurtuluşumuz yok sakal ve bıyık dışında. Cevabını bilmediğimiz, belkide bilmek istemediğimiz sorular. Aslında hep aynı terane olacağını bildiğimizden cevaplamadığımız sorular. Ne zaman bu ülkede böyle sorular için gerçek bir cevaba sahip oluruz işte o zaman benden umutlanmamı isteyin. 

Ben bazen yazsam da bu satırlara umuda dair cümleler, aslında çocukluğumla birlikte kaybettim ben o umudu. Benim umudum, Ankara'da 24 Ocak 1993'te bir pazar sabahı patlayan bir arabayla birlikte yok oldu. Mumcu'nun ve diğer faili meçhulların katilleri bulunana kadar ancak sahte umutlar besleyebilirim. Benden hayata ve bu ülkeye dair iyi düşünmemi beklemeyin. Tam 20 yıldır bu hayatın üzerinde kara bulutlar geziniyor. Umarım katillerin kim olduğunu öğrenmemiz bir yirmi yıl daha sürmez. Güneşi görmeye o kadar çok ihtiyacımız var ki ülke olarak, artık sahte güneşlerin altında kavrularak kendimizi kandırmaktan vazgeçmenin zamanı geldi de geçiyor. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski