Herkesin barışı kendine


Ortalık fena karışmış durumda. Sadece Türkiye'de değil Ortadoğu, Güney Amerika ve dünyanın geri kalanı yeni bir düzene ilk adımlarını atıyor gibi. Önümüze sürülen Öcalan ile yapılan müzakerelerin barış getireceğine dair senaryolar bir yanda, bu görüşmelerden barış çıkmaz diyenler bir  yanda, Öcalan ile nasıl görüşürsünüz diyenler öbür yanda. Hangi  yana dönseniz kimsenin elinde somut bir şey olmadığını görüp yine ortada kalan sıçan misali bir o yana bir bu yana gitmemiz muhtemel. Bunun yerine kendi yolumuzu çizmek en doğrusu gibi geliyor. 

Yıllardır bu ülkede Öcalan bir şekilde barışın tek yolu olarak sunulmaya çalışılıyor, PKK ile süren çatışmanın bitmesi için masaya Öcalan formülü sunuluyor dedim ama sakalımız yok ki dinleyen olsun. Bilmem,  Kürtlerin özgürlüğünü savunan insanlarla sohbet etme, fikir telakkisi yapma imkanınız oldu mu? Benim oldu. Uzun süredir söylüyorum, kimle konuşursam konuşayım ezberlemiş gibi bu sürecin ancak Öcalan önderliğine barışla son bulacağı görüşünde. Kürtler üzerinde Öcalan'ın bir şekilde etkili olduğu açık. Peki ama barış Öcalan ile gelir mi?

Bir kere Öcalan hem kişilik hem siyasi tavır hem de geçmişi anlamıyla tamamen güvenilmez bir isim. Gerçi bunu Türklere anlatmanın anlamı yok ama ona çok güvenen Kürtlere anlatmak gerekiyor galiba. Bu hem Türk halkı hemde bu ülkenin Kürtleri için böyle. Kürtler halihazırda bunun tam tersini düşünüyor olsa da. 1980 askeri darbesi öncesi kurulan, darbe döneminde bir kuşun haber uçurmasıyla Bekaa kampına geçip El-Fetih tarafından eğitim görmeye başlıyorlar. 

Burada haber veren kuşun nereden geldiğini sormak gerekir. Nereden geldiğini bilirsek belki bugün nerede olduğumuzu daha iyi anlarız. PKK'lı teröristler daha sonra ülkede parçalı olan Kürt örgütlenmesini kendi çatısı altında toplamaya girişti. Önceleri Apocular diye küçümsenen bu grubun ardında sadece Türk devleti değil Uluslararası örgütler olduğu da açık. Ve şöyle söyleyeyim, bu grubu Apocular diye küçümseyen Türk devleti değil, tam tersine o günlerde Güneydoğu'da etkin olan irili ufaklı Kürt örgütlenmeleri. Bu konuda zamanında 32.Gün'de çalışırken 28 Şubat belgeseli için konuştuğumuz Hatip Dicle ile Best Otel'de yaptığım sohbet sırasında bilgi edinmiştim. 

Dedim ya Birand'ın ve 32.Gün'ün bana kattığı önemli katkılardan biride bu. Bu hikayenin en önemli kısmı şu, diğer Kürt örgütlenmeleri askerle çatışırken PKK 1984 yılına kadar askerle değil aşiretlerle çatışıyor. Kısacası bölgede PKK'nın neden halkın desteğini aldığını sorgulayanların bu noktaya dikkat etmesi gerekiyor. Aşiretlerin özellikle Bucak Aşiretinin marabası olarak yaşayan Kürt halkı bir anlamda PKK'yı kurtarıcı olarak gördü. Sorulması gereken şu derinde iktidara sahip olanlar PKK'dan ne bekliyordu? 

Aşiretlerin ortadan kalkmasıyla Kürtleri kontrolsüz bir güç olarak patlamaya hazır bir bomba haline getirmek daha mı kolaydı? Neden darbe dönemi olmasına rağmen PKK askerlerin başta olduğu dönemde değilde seçimler sonrası başa gelen ANAP döneminde ilk eylemine girişti? Ve bu soruların cevabını biraz tahmin edenler için Öcalan'ın neden güvenilmez olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? Özal döneminde PKK ile devlet arasında görüşmeler yapılıyordu ve Özal'ın Cumhurbaşkanı olduğu bu dönemde tam barışın geleceği söylenen dönemde hem PKK saldırıları hem de Özal'ın ölümü ardı ardına geldi. Aslında görmek isteyene çok şey var ama işte nedense Kürtler kendi seçtikleri Milletvekillerinden çok zamanı geldiğinde kendi çocuklarına da kurşun sıkan ve amacı Kürtleri ABD ve İsrail uydusu olacak bir Kürt devleti kurmak isteyen bir örgüte kucak açıyor. Ne diyelim Milliyetçilikten bu kadar gem vurup onun kucağına böyle atlamakta bir garip.

Şimdi PKK'nın kuruluşunda devletin eli var dediğim için bunu kanıtlamamı isteyebilirsiniz. Buna dair Uğur Mumcu'nun iki ayrı kanıtı var. Belki bundan daha fazla kanıt vardı elinde ama bu ilişkiler ağının ortaya çıkmasını istemeyen güçler bir şekilde Mumcu'yu katlettiği için bildiğimiz bu kadarla sınırlı. Bu kanıtları daha önce yazılarımda bir şekilde anlatmışımdır ama tekrar edeyim. 

Öcalan, Diyarbakır Tapu Kadastro Lisesi'nde okuyor. Bir süre sonra akrabalarının da bulunduğu Ankara Tapu Kadastro Lisesi'ne geçiş yapıyor. Hani o dönemde böyle geçişler kolay değil ama neyse bir şekilde kendini başkente atıyor. Lise bitimi sonrası, Ankara Siyasal yani eski adıyla Mülkiye'ye giriyor. O dönemde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını kurtarmak adına NATO'ya ait Ünye'deki Radar üstünden kaçırdıkları İngiliz ve Kanadalı teknisyenleri kaçıran Çayan ve arkadaşları Kızıldere'de öldürülür. 

Öcalan daha birinci sınıf öğrencisidir ve bir gün sonra okulda arkadaşlarıyla broşür dağıtır. Tabii ki 1971 Muhtırası zamanı, ülkede Sıkıyönetim var. Hemen Öcalan ve diğer broşür dağıtan öğrenciler göz altına alınır. Göz altı savcısı solcuların baş belası olarak bilinen Baki Tuğ'dur. Zira Tuğ'un elinden kurtulan solcuya rastlanmamıştır. Ta ki Öcalan'a kadar. Bu noktaya Mumcu'da aşırı bir şekilde dikkat çekiyor. Ne oldu da astığı astık, kestiği kestik Baki Tuğ, Öcalan'ı hemen serbest bırakıyor. Tıpkı Öcalan gibi ilk defa eyleme katılan ve sadece broşür dağıtan arkadaşları mahkemeye sevk edilip tutuklanırken, Öcalan okuluna geri dönüyor. Muammalardan bir tanesi bu. Bir diğeri ise Öcalan'ın aldığı burs ve okula devam etmemesine rağmen bursunun uzun süre devam etmesi. Evet Öcalan bir süre sonra arkadaşlarıyla kendi ifadesine göre Mahir Çayan'ın THKP/C'sinin devamı niteliğinde bir örgüt kurmaya girişiyor. 

İşte dediğimiz gibi bu dönemde okula uğramayan Öcalan'ın bursu neden kesilmiyor. Oysa burs okula devam halinde veriliyor. Oysa Öcalan'ın devamsızlıktan dolayı kaydının alınmasından sonra bile burs verilmeye devam ediyor. Mumcu'nun dikkat çektiği bir diğer konuda bu. Apocu diye adlandırılan bu örgüt, 1980 darbesinden bir hafta kadar önce kendi militanlarına darbe yapılacak Bekaa kampına çekiliyoruz diye broşür dağıtıyor. Hatip Dicle ile yaptığım görüşmede şaşkınlığını gizlemiyor ve biz ordunun böyle planları olduğunu tahmin ediyorduk ama buna cesaret edeceğine inanmıyorduk diyor. Hatta bu bir haftalık süre içinde Kürt örgütleri Apocularla çok ciddi dalga geçiyor. 

Ama işte iş sonuca varınca insan sormadan edemiyor, sadece ordudaki üst düzey subaylar ve ABD'nin bilgisi olan bu operasyondan Apocuların nasıl ve niye haberi oldu? Bu soruların gerçek cevaplarını bilmesek bile tahmin yürütmek zor değil. Bugün Ergenekon dava dosyasında PKK'yı MİT kurdu diye iddiaları okuyunca ister istemez aklımıza rahmetli Mumcu'nun bu yazıları geliyor. Her neyse Ergenekon ayrı bir yazı konusu, kendi içinde çelişkileri olan ayrı bir şark işi dava. Türklerin derin devlet sorgulaması da ancak bu kadar oluyor işte. 


Konumuza dönersek, önemli olan nokta şu, MİT'in ya da devlet kademesi bir süre sonra PKK'nın kontrolünü gerçekten kaybetti mi? Örgütün ilk kurulma aşamalarında Öcalan'ın korunduğu ve kollandığını Uğur Mumcu sayesinde öğrenmiştik. Peki ama Mumcu'nun tamamlayamadığı Kürt dosyası kitabında daha neler anlatılacaktı? Mesela kitapta neden Kesire Yıldırım'ın dedesinin Dersim katliamında ki rolünden bahsediyordu? Kitabı okuyanlar bilir, kitap bu ilişki ağına dair Mumcu'nun kısa bir değerlendirmesiyle sona erer. Belli ki taslak halinde kalan bu kitabın geri kalan parçaları muhtemelen, Mumcu öldürüldükten sonra bilgisayarını ve bazı özel dosyalarını delil olarak alıp götürenlerin elinde. Kendilerine Polis süsü veren ve Güldal Mumcu'nun bir anlık zaafından yararlanan bu adamlar bugün bu soruya yeterince doğru bir cevap verememize de neden oluyor.

İşte bugün Öcalan'ın neden güvenilmez olduğuna cevap bulmak isteyenlere rahmetli Mumcu'nun Kürt Dosyası kitabını okumalarını öneririm. Ne yazık ki bugün böyle bir gazetecilik anlayışı kalmadığı için, önümüze çıkan Ergenekon ve benzeri davalar hakkında bile gerçeklere ulaşmamız mümkün olmuyor. Mumcu gerçeklere inanırdı. Belki bugünün sözde Kemalistleri ile arasında böyle bir fark vardı. Askerin önünde hazır kıta bekleyenlerden olmadığı için, askeri darbe döneminde bile Evren'i yumuşak bir dille bile olsa eleştirebilen ender yazarlardandı. 

Mumcu'nun katledilişinin üzerinden 20 yıl geçti. Hayatımı değiştiren 1993 yılının en talihsiz olayı. Daha küçücük bir çocukken başkası için ağlayabilmeyi Mumcu bize çok acı bir tecrübeyle öğretmişti. Bugün gazeteci olmamı, halen bu mesleğin namusuna inanmamı sağlayan bir kaç hocamdan biridir Mumcu. Belki nasip olmadı onu tanımak, onun sözlerini canlı dinlemek, yaşadığına şahit olabilmek. Bugün bakıyorum da acaba onu öldürenler amaçlarına ulaştı mı? Mumcu, öyleyse vurun parçalayın beni, her parçamdan beni aşacaklar çıkacaktır demişti. 

Ama bugün bırakın Mumcu'yu aşmayı onun yapabildiğinin yüzde birini bile yapabilecek namusta bir gazeteciye rastlamak mümkün değil. Kemalizmi, Atatürk'ün değerlerine sahip çıkmayı onları olduğu gibi korumak olarak anlayan, özgürlük kelimesini sadece kendi işlerine gelince kullanan, Atatürkçülüğü bir heykelin doldurduğu alanın çapını aşamayan insanların kendini aydın saydığı bir modern Türkiye tablosu ile karşı karşıyayız. Mumcu'nun Kemalist olduğunu söyleyip bir kitabını bile adam akıllı okumamış, Türkiye'nin yetiştirdiği açık ara en iyi araştırmacı gazeteci olduğu gerçeğini anlamayan, anlayamayan sözde aydınlar.

Bugün Kürt meselesini anlamak, PKK, silah kaçakçılığı, terörle mücadele, OHAL gibi konularda halen dönüp 90'lı yıllarda hayata veda etmiş bir adamın kitaplarına başvuruyorsak ve daha bir adım önüne geçecek cesaretimiz, bilgimiz ve fikrimiz yoksa bana söyleyin siz barışın geleceğine nasıl inanıyorsunuz. Hangi aydın, hangi politikacı dünyaya kendi baktığı pencere dışında bakabilme cesaretine sahip. Bizde o cesaret var ama işin kötü yanı henüz o bilgi düzeyine ya da Mumcu'nun elinde olan ilişki ağının milyonda birine bile sahip değiliz. Ne diyelim, kitaplarıyla hayatımıza yön veren Uğur hocamız bizi affetsin, onu aşmayı bırakın yanına bile yaklaşacak çapa ulaşamadık.

Umarım hayatımızın geri kalanında en azından Mumcu'nun yarı çapına ulaşacak kadar bilgiye ve fikre sahip oluruz. Biz bunun için mücadele etsek bile belli ki bu ülke halen Mumcu benzeri bir aydını kaldıracak demokratik seviyeye gelebilmiş değil. Bazen düşünüyorum acaba 1993'te Mumcu öldürülmeden önce çok daha mı demokrat olabilme şansına sahiptik? Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Gaffar Okkan, Hrant Dink gibi aydınlar namuslu aydınlar aramızda olsa daha mı ilerde olurduk?

Bugün Mumcu hayatta olsa ve arkadaşlarının gazetecilik diye önümüze sunduklarını görse acaba bizden önce onların yüzüne tükürüp kendinize gelin der miydi? AKP'ye muhalif olacağım diye Sözcü gibi sözde bir gazeteciliğin değer kazanması ve karşısında güçlenen bir Akit gazeteciliği karşısında ne düşünürdü mesela? Çamur, çamuru büyütür mü derdi? Bizim diyecek lafımız kalmadı, ustamız, gazeteciliği kitaplarından öğrendiğimiz Mumcu'da söyleyeceklerini kitaplarında uzun süredir anlatıyor. 

Ne yazık ki onun anlattığı Türkiye tablosu değişmiş değil. Hatta bazı konuşmalarında söylediği yeni Türkiye'de hali hazırda yaşıyoruz. Yirmi sene içinde büyüdük, çocukken anlayamıyorduk, daha temizdi bu dünya bize göre. Ama aslında bu kadar temiz olmadığını bembeyaz kar tabakası üzerinde gördüğümüz parçalanmış bir ceset hatırlattı. O zaman çocukluğu gözyaşları ile geride bıraktık. Şimdi ise terörü müzakere ile bitireceğiz diyorlar. Diyoruz ya müzakere etmenin mahsuru yok ama kiminle masaya oturduğunuz önemli. Halkların ardındaki duvarlar kalkmadığı sürece siyaset istediği kadar masaya otursun sorunun sonu gelmez. Kürt devleti kurmak kuruluş amacı olan bir terör örgütünün, amacını gerçekleştirmeden teslim olacağına inanıyoruz. Hemde Kürt devleti kurmak için ortam bu kadar müsait hale gelmişken. 

Ulusalcı arkadaşlara göre ben hainim, Kürtçü arkadaşlara göre ben Ulusalcıyım, solcu arkadaşlara göre ben oportünistim. Galiba kendimden başka herkesim. Dedik ya bu dünyada hem nalına hem mıhına vurmak zor iştir. Kimsenin sevmediği adam olmaya alıştık. Herkesin sevdiği olmaktansa herkesin günah keçisi olmak yeğdir. Yazıyı okursanız görürsünüz, benim bile kafam karma  karışık. Bir yanım barışa inan diyor bir yanım bu adama güven olmaz diyor. Ben her iki yanımı da dinlemeyi tercih ediyorum ve onların söyleyemediklerini dillendiriyorum. Sonuçta da böyle bir yazı çıkıyor ortaya. Ne diyelim sürç-i lisan ettiysek affola. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski