İçimize yağan yağmurlar



Adam daha birkaç gün önce kalemi kağıdı eline almış tekrar yazmaya başlamıştı. Şimdi bilgisayarın karşısına geçmiş, bir kaç gün önce karaladığı düşünce kıvılcımlarına göz gezdiriyordu. Bugün hayata olan bakışını değiştiren tüm bu gelişmelerden sonra, yazdıkları çok anlamsız geliyordu adama. Acaba dışarıda yağmur yağıyor mu diye düşündü adam. Ama yerinden kalkıp pencereden dışarı bakmak içinden gelmiyordu. Dışarı çıkacağından değil, sadece içinde hissettiği hüznün anlamını yüklemek için bir neden arıyordu. Ama aslında bunun nedenini boşuna dışarıda arıyordu. Bütün o büyük nedenlerin hepsi burada bu küçücük evin içine doluşmuş adamın boğazını sıkıyordu. Yazı yazarken sanki üzerinde ölümün ağırlığı vardı adamın. Hani Azrail kapıdan içeri girse canını ver dese o anda gönüllüydü canını bağışlamaya. 

Hayatı iyi ve kötü üzerinden algılamaya hep itirazı olurdu adamın. Siyah ve beyazdan çok griye inanırdı. Bazıları için kötü olan adamların iyi olabileceğine, iyi olan adamların kötü olabileceğine hep inanırdı. O yüzden anlam veremiyordu aile içinde yaşanan bu tartışma ve kavgalara. Hep bilirdi zamanında kendisi de bu ailede neler yaşamış ve yaşatmıştı. Ama hiçbirini iyi bir adam ya da kötü bir adam olduğu için yapmamıştı. İyilik ve kötülük neye nereden baktığınıza göre değişir derdi. Hani her şeye de böyle bakmamak gerekirdi ama adamın hayata bakışı böyleydi. Bazen soran olurdu adama her şeye rağmen nasıl bu kadar mutlu olduğunu. Adam mutluluk demezdi buna, belki umursamazlık. Hayatın devam edip gittiğine inanmak. Hani bir nehirde iki kez yıkanılamayacağına inanmak belki. Anı yaşamak, tadını çıkarmak ve gözyaşlarını hak eden insanlara saklamak. Adam rol yapabilen biri olamamıştı hiç bir zaman. O yüzden elveda deyip elini sıkanlar anlardı belki günahlarını. Önemli olan derdi adam günahlarını anlamak değil derdi, insan olup göğüsleyebilmek günahları, başına gelenlerin sebebini anlayabilmek. 

Belki dedi adam başkalarının yaptığı gibi günahları unutup üstlerine sünger çekmek doğrusu. George Orwell'in 1984 romanında olduğu gibi yalanlardan kendi gerçeklerini üretmek ve o yalanlarla yaşamaktı doğru olan. Belki bu yüzdendi adamın gözyaşlarını tutamaması. Hep derdi kendi kendine adam, unutmamak, unutamamak bu benim lanetim Allah'ın bana verdiği bir lanet. Hayatımdaki her ayrıntıyı dün yaşamış gibi aynı acıyla hatırlamak. Ne şehirler görmüştü bu aile, her şehirde farklı bir acı, farklı bir yara vardı. Şimdi yeni bir döneme mi giriyordu adam. En son istediği şey bu şehirden kopmaktı adamın. Hayatındaki herkesten, her şeyden çok seviyordu bu şehri adam. Belki sebebi hayatına giren çıkan insanlar gibi riyakar olmamasıydı bu şehrin. Bu şehirde ölmek isterim derdi adam, o yüzden bu gece kararını vermişti adam. Her ne olursa olsun, hayat bizi nereye sürüklerse sürüklesin, ölüm bile kapımızı çalsa bu şehri terk etmek yok. Acılarını, hayatın içindeki anlamsız tartışmaları kimseyle paylaşmaya niyeti yoktu adamın. En sevdiği dostları bilirdi sadece adamın neler hissettiğini. Yinede içi kan ağlasa da gülmeye, İstanbul için sevdiği şehir için yaşamaya devam edecekti adam. Adam yazıyı bitirdiğinde yağmurun sesini duymaya başladı. Neden sonra duyduğu sesin yağmura değil gözyaşlarına ait olduğunu anlamıştı. Hayatımız yeni bir döneme giriyor dedi adam, bakalım bu içimize yağan yağmurlar ne zaman dinecek. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski