Bardaktaki boşluğun yansımaları



BDP Milletvekillerine önce Sinop sonrasında ise Samsun'da linç girişiminde bulunuldu. Ve ne yazık ki söze gelince insanlıktan, vicdandan bahsedenler bir anda az bile yaptılar, Samsun'a çıkmak kolay değil gibi laflar etmeye başladı. Barışa inanmayabilirsiniz, Öcalan'ın sürece dahil olması sinirlerinize dokunabilir ve BDP'yi samimiyetsiz bulabilirsiniz. Ama bu sırf görüşlerine katılmıyorsunuz diye bir siyasi görüşe linç girişiminde bulunma hakkını size tanımaz. Ama işte bu ülkede demokrasi anlayışı, başkasının görüşüne saygı duyma gibi temel değerler hiç bir zaman anlam bulmadı. 

BDP Milletvekilleri bir yerel gazetede çıkan, Sinop Belediye Başkanı'na ait söylemler sonrası olayların başlamasını manidar bulmuştu. Ve bu şüphelerinde de haklıydılar. İşin garip yanı ise eldeki verilere bakılırsa Belediye Başkanı böyle bir açıklama yapmamış. BDP'li Sırrı Süreyya Önder yaptığı son açıklamada da Belediye Başkanından özür diledi. Bu topraklara çok yabancı bir siyasi terbiye. Peki ama kim Belediye Başkanı'nı kullanarak hem süreci  baltalamaya, hem halkı kışkırtmaya hem de CHP'ye zarar vermeye çalıştı? Sinop ve Samsun'da ardı ardına patlayan bu olaylar adam akıllı soruşturulmadan, arkasındaki provokatörler ortaya çıkmadan barışa dair kimsenin umut beslemesi mümkün değil. Hani BDP'nin PKK'yı terör örgütü değilde bir Sivil Toplum kuruluşu gibi tanıtma çabaları, PKK'nın hali hazırda Bağımsız Kürt devletine dair hedefinden vazgeçmemiş olması. Ve yine son dönemde eylemsizlik gibi bir sürece girmediğine dair kanıtlar zaten barış sürecine zarar veriyor. Barışın nedense tek taraflı olduğu ve devlet ile PKK arasında gerçekleşmesi gerektiği düşünülüyor. Madem bu kadar açık bir süreç var ortada, kapalı bir müzakere yerine açık bir müzakere süreci tercih edildi o zaman sokakta terörden canı yanmış adamında söz söylemeye hakkı doğar. 

Zaten ister açık, ister kimsenin haberi olmadan yürütülen gizli müzakereler olsun, temelde iki halk bir araya gelip birbirini anlamadıkça sorunun çözülmesi mümkün değil. İki halkın arasına zamanında nifak tohumu eken, Kürt halkını zindanlarda ezen, kaçakçı deyip silahsız köylüleri katleden, köyleri yakıp yıkan bir devlet varken PKK'nın gücünü dış mihraklarda aramak yanlış olur. Belki maddi ve lojistik destek dış mihrakların işi olsa bile manevi desteğin Kürt halkından geldiğini görmemek için kör olmak gerekiyor. Böyle bir gerçek varken karşımızda, PKK'yı ne yazık ki barış sürecinin dışında tutmak mümkün değil. Ama PKK'nın bir terör örgütü olduğu ve silahla, kanla, savaşla, korkuyla iktidar kurduğunu, Türkiye'ye maddi ve manevi büyük zararlar verdiği gerçeği de göz ardı edilemez. Hem PKK gerçeği bir şeyle karşılaşmak zorundaysa, Franco dönemi sonrası Anayasal özgürlüklere kavuşmuş İspanya'da amaçlarından vazgeçmeyip sivil halkı hedef alan büyük saldırılar yapan ETA örneği ile bir tutulabilir. İki örnekte kendi halkına ne olursa olsun devlet kurma fikrini aklına koymuş. Garip olan ETA'nın aşırı Milliyetçi bir yapıya sahip olması. Yani bir çok örnekte olduğu gibi sol bir örgütlenme değil. Ama daha önce söylemiştim zaten PKK'da savunduğu gibi sol değil ancak aşırı Milliyetçi faşizan kanada yakışan bir siyasi çizgiye sahip. 

BDP gibi partiler bunu zaman zaman kırmış gibi görünse de arada sırada yapılan faşizan çıkışları bu ülke solcuları tarafından nedense hep görmezden gelindi. Çünkü ortada Kürt halkının büyük çoğunluğu tarafından kabul gören bir parti var. Siz Güneydoğu'dan oy kazanmak istiyorsanız bu seçmeni küstürmemeniz  gerekiyor. Peki ama oy hesabında olmayan aydınlar neden bu tepkiyi veremiyor? Çünkü zaten 80 sonrası Türkiye'de sol büyük güç kaybetti. Solun halen tek tutunduğu dal Kürt sorunu, eğer bu dalıda keserse tutunabileceği bir şeyde kalmayacak. Bir sol partiden kitle partisine dönen ama arada kalan CHP'nin arada sert çıkışlar yapıp sonra geri dönüşler yapması da bu yüzden. Kısacası sorunun adını koyabilen, PKK ve Devletin şahin kanadını bu işin içinden çekip çıkarabilen yok. Yani barış Samsun ve Sinop'ta saldıran faşizanlarla, dağdan ahkam kesen, dükkan kapatan, şehrin ortasında bomba patlatıp sivilleri katletmeyi hak aramak sanan faşizan bir örgütlenmenin eline kalmış durumda. Bu gidişle bu barış sürecinde Öcalan'ı bile aramaya başlarsak şaşmayalım. 

Ama umarım hiçbiri olmaz, barış gerçekten gelir. Dağdaki terörist neden silah sıktığını sorgulamaya, cephedeki asker neden kendi kardeşine kurşun sıkmak zorunda kaldığına dair bir sorgulamaya gidebilir. Bu iki halkı birbirine düşürenin nasıl bir ruhsal yapı olduğu umarım ortaya çıkar. Ve umarım bugün herkesin hevesle beklediği barışa en kısa sürede ulaşırız. Ama dedim ya ben karamsar bir adamım hiç bir zaman bardağın dolu kısmını görmek nasip olmadı. Galiba bazılarımızın da bardağın yarısı boş demesi gerekiyor şu hayatta. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski