Güvercini görememek üzerine



Bir taraftan ülke gündemi bir taraftan kendi gündemim ikisi de bir o kadar karışık ki şöyle bir elimi atıp düğümleri çözmeye cesaret edemedim. Ama en azından denemek gerek. Gerçi hayatı sürekli bir şeyleri denemekle geçen bir adama dönüştüm ama en sonunda aradığımı bulacağım gibi gelmeye başladı.

Hani üzerinden çok geçti ama medyanın son haline ve Hasan Cemal olayına bir el atmak gerekiyor. İşin içinde Can Dündar'da var ama bir şekilde Dündar Milliyet'te kaldı. Başbakan'ın asıl hedefinde ise Hasan Cemal vardı. Özellikle son yazdığı yazılarda  Milliyet'in tutanakları yayınlaması sonrası gösterilen tepkiyi eleştiren Cemal, Başbakan'ın sabrını taşırdı. Hani duyanda Hasan Cemal'i sürekli AKP iktidarını eleştiren bir adam sanacak. O yazısında bile ince dokundurmalardan fazlası yoktu. Tüm bunlara rağmen Kürt sorunu anlamında en çok yardımını beklediği bir kalemin "ihaneti" Başbakan'ı sarsmış olmalı.

Bir çok kişi için Hasan Cemal sadece bir gazeteci. Ama aslında kendisi zamanında Şam Valiliği yapan Cemal Paşa'nın torunu. Yani İttihatçı tayfanın en önemli paşalarından biri. Hemde Barzaniler ve bölgedeki birçok Kürt liderin saygı duyduğu bir isimdir Cemal Paşa. Ermeni Diasporası iddialarına göre Cemal Paşa tarafından oluşturulan Kürt birlikleri Ermeni köylerini basarak katliamlar işliyor. Bu iddianın kanıtlanır bir tarafı olmasa da bu Kürt birliklerinden kastın Hamidiye Alayları olduğunu biliyoruz. Bugün Hasan Cemal'e gösterilen bu hürmetin ardında da dedesinin Kürt halkına gösterdiği önem yatar.

Kürt sorununa dair çözüm sürecinin hızla devam ettiği süreçte, Erdoğan'ın bu tavrı ne kadar eleştiriye kapalı bir lider olduğunu göstermesi açısından önemli. Gerçi biz bunun çoktan beridir farkındayız ama işte çakalın bu kadar dibinde gezinip ona kedi muamelesi yapanlar için iyi bir örnek oldu Hasan Cemal olayı. Şimdiye kadar Türkiye'de basın özgürlüğü elden gidiyor diyenlere distopik şeytan gözüyle bakanlar şimdi gerçeğin  farkına varınca gözüne fener tutulmuş tavşan gibi kalakaldılar. 

Diğer bir sorun ise bayrağın isimlendirme ve anlamlandırma sorunu. Bayrak ile ilgili bir şeyler yapılmak isteniyorsa okullarda hala asılı olan şu bayrağın nasıl ortaya çıktığını sözde anlatan saçma sapan resimler kaldırılmalı. Hani bayrağın adına siz isterseniz Amerikan Bayrağı diyin, bütün dünya o bayrağı görünce Türk Bayrağı diyor. Bu artık Türkiye ve Türklerle özdeşleşmiş. Hani olsun resmi adı Türkiye bayrağı. Kim takar resmi adları zaten, varsın öyle olsun. Ama dersiniz bu bayrak Türkler tarafından bölücü olarak kullanılıyor, şovenist amaçlara alet ediliyor, tamam ona katılırım. İşte orada da şöyle bir gerçek var bayrağın birleştirici yönlerini görmeyen, bilmeyen birkaç kendini bilmez için ne yapalım yeniden mi bayrak tasarlayalım? Hani benim için fark etmez bayrak sevdalısı bir insan değilim. Hani onun için başkasının bayrağına lanet okuyup kendi bayrağını yücelten Kürt şovenizmine de diyecek bir şeyim yok. 

Yok çünkü bir bez parçasının kutsallığından, milliyetçiliğinden dem vurup kendi bezinin ne kadar değerli ve yüce olduğunu anlatmak gerçekten benim gibi bayrak kutsallığına inanmayan bir adam için aşırı komik. Kürtler özgür olmayı halen devlet kurmakta görüyorlar. İşte birçok halkın düştüğü milliyetçi tuzağa da tam burada düşüyorlar.  Evet bu ülkede Kürtlere belli yerlerde devlet tarafından eşit hak ve özgürlükler tanınmadı. Ama bu ülkede hiç bir zaman Kürtlere sistematik olarak halk tarafından ikinci sınıf vatandaş baskısı yapılmadı. Kürtlerin her seferinde unuttuğu gerçek bu. Hani Kürtler barışı bir şekilde devletin bozacağına inanıyor ya, devlet yerine şu Anadolu halkına biraz inansa görecek aslında güvenmesi gerekenin devlet olmadığını. Bu hepimiz kardeşiz saçmalığına bağlanacak bir yazı değil. Ama işte bin yıllardır beraber yaşayan halkları Milliyetçilik denen zehir birbirine düşürdü. Tüm bunlara rağmen, neredeyse 200 yıldır dünyanın kanında dolaşan bu zehir halen Kürt ile Türkü birbirine düşürebilmiş değil. Bunun temelini atmaya çalışan Türk ve Kürt milliyetçilerine rağmen bu ülke böyle bir iç savaşa tanık olmadı. PKK'nın, Kürt isyanlarına maddi manevi katkıda bulunan Kapitallerin tüm çabalarına rağmen. 

Şimdi ise barışın demokrasinin kendi diktatörlüğüne giden yolda bir araç olarak gören Erdoğan'dan, 1979 yılında temelini attığı PKK'yı kimin, kimlerin desteğiyle kurduğu, büyüttüğü, beslediği hala meçhul olan ve 40 bin insanımızın katili Öcalan'dan barış umuyoruz. Ya biz barışın anlamını unuttuk, ya da birileri gerçekten bize çok kötü bir şaka yapıyor. Yine de açtık kollarımızı barışa, bekliyoruz. Ama işte kusura bakmayın pragmatik bir adamım, görmeden gerçekliğine inanmak zor geliyor. Hani içi şarap dolu testiyi taşıyan iki şeytan varken, mavi göğün üzerinde gezinenin güvercinin kendisi olduğuna inanmak zor. Biz en iyisi Ağrı Dağının tepesindeki gemide gerçek güvercini beklemeye devam edelim. Belli mi olur, gölgesini görebildiysek belki suretini görmekte mazhar olur. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski