İktidar sevdaları


Korkacaksın iktidarı sahiplenenden, tahtını bırakmamak adına kendini yüceltenden. Geride durmalı insan galipken rakibine saygı duyamayandan. Kaçmalı bir meydana kimin çıkıp çıkmayacağına statüsüne, siyasal kimliğine göre karar verenden. Tarihe, çer çöp diyen, nükleer enerjinin tehlikesini küçümseyenden uzak durmak gerek. Hayat bir güneşin batışı ve doğuşu kadar kısaysa, değerini bilmek gerek. Elinde fırsat varken kaçmak gerek tüm bu insanlardan, tüm bu hayatını esir edenlerden.

Gerekirse terk etmek gerek bu ülkeyi. Bu şehre sırtını dönmek, gözyaşlarıyla hayata devam etmek gerek. Çünkü bu hayat değerli bizim için. Ya burada kalıp savaşmak gerek hayatımızı bizden alanlarla ya da kaçıp uzaklaşmak. İçinde bulunduğun hayat seni mutlu etmiyor, sistemin hataları seni rahatsız ediyorsa eğer ya değiştireceksin bir şeyleri ya da yol yakınken kaçacaksın. Çünkü ya sistemin mutsuz bir kölesi ya da mutlu bir kölesi olmak zorundasın. Keşke dünyada yaşanamayacak tek ülke burası olsa. Sadece bizim liderlerimizde iktidar hazımsızlığı olsa. Hani dünya mutlu ve mesut olsa keşke. Karbondioksit oranı milyonlarca yıl önce insan olmadığı bir düzeye çıkmış olmasa mesela. Nükleer tehlike sadece bu ülke sınırlarında olsa. Buradan kurtulunca dünyanın tüm dertlerinden kurtulsak. Sevdiğim şehre sırtını dönünce keşke mutlu olacağıma inansam.

Belki bir Prag'a da aşık olacağım, Roma benim hayatıma ayrı bir mutluluk katacak belki. Paris'in Eyfel'inden çok arka sokakları, sahil kasabaları belki alacak tüm asabiyetimi. Peki ama dünyada nerede görebileceğim bu şehirde batan güneşi? Aynı güneş mi batıyor Londra ya da New York'ta. Boğaza vuran güneşin kızıllığına daha nerede rastlayabilirim? Bu şehrin o inanılmaz silüetinin bir benzerini bulabileniniz var mı mesela? Hangi şehirde bu kadar sevebilirim, bu kadar dengesiz olabilirim. Nasıl bu kadar dalgalanabilirim başka bir şehirde. Şehrin bir köşesinde yağan yağmuru ve diğer köşesinde yakan güneşi başka nerede bulabileceğim? Sevdiğim kadının saçları boğazın rüzgarında dalgalandığı gibi başka hangi şehrin rüzgarında böyle dalgalanabilir? Çok mu abartıyorum bu şehri acaba. Batıdan doğuya bütün medeniyetlerin uğrak noktası olan dünyanın en garip şehrini gerçekten çok mu abartıyorum? Derya içinde olup, deryayı bilmeyen balıklara benzeyen bu şehrin halkına rağmen sevebilmek bir şehri çok mu tuhaf?

Bu kadar şairin, bu kadar yazarın yani olur ya bu şehirden geçen her insanın şu boğaza aşık olması çok mu gariptir? Garip olan bir şey varsa, insanların bütün İstanbul'u şu boğazdan ibaret sanmasıdır herhalde. Oysa bir kadının gözlerine vurulmak gibidir boğaz. Uzaktan aşık olmak ve keşfetmeye korkmaktır, İstanbul'u boğazdan saymak. Bu yüzden tüm saydıklarıma rağmen, hayatın elimden almaya çalıştığı her şeye rağmen, bu ülkenin tüm yaşanmazlığına rağmen burada kalmaktır son kararımız. Yağmur yağıyor diye bulutlara küfretmek yerine şemsiye kullanmak lazım. Madem hayat böyle, iktidara sahip olanlardan tut sokaktaki en basit adama kadar hayata, insana, arkadaşına saygı duymayan milyonlarca insana rağmen hem bu ülkede hem de bu dünyada yaşamaya inadına devam edeceğim. Ardımda bırakıp gitmeyeceğim bu şehri. Hani olur ya hayat bizi başka bir limana sürüklerse tekrar, İstanbul'a dönmekten başka bir şey için yaşamayacağım. 

Madem hayallerimiz bize ihanet etti. Sevdiğimiz kadınlar bizi terk etti o zaman bizi hiç bir zaman terk etmeyecek bu şehre sahip çıkmak lazım. Madem dünyanın en garip şehrinde yaşamak nasip olmuş bize bunun için Tanrı'ya şükretmek gerek. Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar çıkıp kendine kıyak bir emeklilik, ömür boyu bir ayrıcalık sağlarken sokaktaki adamın hala onları alkışladığı bir ülkede yaşamama rağmen inadına kalmaya kararlıyım bu diyarda. Madem bu deveyi gütmemiz isteniyor, bizde bu deveyi güderiz o halde. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski