Tekrar sandalyesine oturdu adam. Belki diyordu babadan ayrılmak, ailenin dağılması beni çok yordu ve yoracak. Ama dedi adam, hayatım boyunca babam belki maddi açıdan hep yanımdaydı ama hiç manevi anlamda babalık yapmadı. Hayatı boyunca bunun boşluğunu hissetmişti adam. Hayatında nefret ettiği her şeyin kökeninde babası vardı adamın. Matematik'ten nefret etmesinin nedeni babasından yediği dayaklardı adamın. Her seferinde babasının beceriksiz demesi kızdırmıştı adamı. Şimdi en ufak bir imada bile küplere biniyordu. Hayatında yaptığı tüm yanlışlarda, oğlunu suçlayan bir baba figürü vardı. Sadece suçlayan değil aşağılayan. O yüzden gençliğinin ilk zamanlarına kadar en ufak bir alaya, eleştiriye gelemezdi adam. Düşündü adam, aile dediğin şeyin insanın kişiliğini geliştirmesine katkısı olması lazımdı. Oysa hep tersi olmuş, adam tüm olumsuzluklara rağmen kendi kişiliğini geliştirmesini becermişti. Hani babasına haksızlık edemezdi adam. Haram yiyemezdi mesela adam, babasını hani çok sevmezdi ama saygı duyardı harama el uzatmamasına. Ve hayatının tam merkezinde olmuştu hep haram yememek. Babasına hiç kızmamıştı adam pahalı oyuncakları olmadığı için. Ve hiç kıskanmamıştı başka çocukların oyuncaklarını. Babasının oğluydu aslında, çayı bile babası gibi kaşığı içinde içerdi. Sonradan babası bıraksa bile adam hala içiyordu çayı kaşıkla.
Fenerbahçeliydi bir kere babası gibi. Zaten babasından istediği bir miras yoktu adamın. Namusu ve Fenerbahçe yeterdi adama. Fazlasını hiç aramamıştı ve babası fazlasını hiç sunmamıştı adama. Hani hiç aç ve açıkta kalmamıştı adam. Babası hep maddi açıdan arkasında olurdu oğullarının. Cebinde parası yoksa kaç yaşında olsa bile verirdi. Belki sevgi göstermesini çok bilmiyordu babası. Onların kuşağı öyleydi işte, döverek seviyorlardı ancak. Çocuğunu aşağıladığı zaman kendine geleceğini düşünüyordu belki. Oysa hiç düşünmüyorlardı neyi kaybettiklerini. Adam tüm sorunlarından kendi başına kurtulmayı başarmıştı. Hayatın karşısında dimdik duruyordu şimdi. İçinde fırtınalar kopsa da, gözyaşları sel olsa da ağlamıyordu, kahkaha atıyordu hayata karşı. Unutuyordu, unutmaya çalışıyordu adam tüm dertlerini. Bir çay, azıcık dost muhabbeti yetiyordu dertlerini unutmaya. Ama işte bir adamın hayatındaki en acı deneyimlerden birini yaşamak üzereydi adam. Belki ölmemişti babası ama hayatının içinden kopup gidiyordu işte. Bir daha hiç eskisi gibi olmayacaktı. Bir daha babasıyla tartışamayacak, politik değerlendirmeler yapamayacaktı. Oysa babası sevdirmişti siyaseti ona. Onun yüzünden bu kadar meraklıydı hayata, siyasete. Tüm yazdıklarına rağmen, hayatında önemli olan ne varsa içinde hep babası vardı adamın. Sevdiği ve nefret ettiği hemen hemen her şeyin.
Babası yüzünden eski arkadaşlıkları yoktu adamın. Her seferinde Türkiye'nin başka bir coğrafyasına göç etmişlerdi. Hani memur değildi babası ama gezmeyi severdi. Adamda öyleydi, gezmeyi başka şehirler görmeye, başka insanlar tanımaya meraklıydı. Hani on senedir çıkmamıştı pek İstanbul dışına ama fırsatı olmamıştı işte. Hep bu sayfalara yazıyordu adam, 2013 hem kendi kişisel tarihi hemde Türkiye tarihi açısından önemli bir yıl olacak diye. Önemli olacağını biliyordu adam ama bu kadarını hiç beklemiyordu. Dağılmış, sarsılmıştı adam. Senenin sonuna kadar kendisini neler beklediğini bilmiyordu adam ama dönüşümün henüz tamamlanmadığına emindi. Kozasını örmeye başlamış, yaşayabileceği acıları ve zorlukları yaşamıştı. Belki yaşamaya da devam edecekti. Ne zaman hayatın diğer evresine geçip kozasından kurtulacaktı acaba. Adama nedense çok yakın geliyordu.
Gözyaşlarını sildi adam, yatağına uzandı usulca. Belki babasından ayrılmak zor gelecekti ama annesi için en iyisi buydu. Ve belki kendisi için. Yeni bir hayatın ilk adımını atmıştı bile adam. Yarın çok daha farklı olacaktı artık.