Aynı gökyüzünün çocukları


Kürt meselesi hakkında yazmak zor ve tehlikeli bir iştir bu memlekette. Bu yüzden ara sıra kaçtığımda olmuştur. Bugünlerde Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses'in düet yapmasından, Erdoğan'ın Kürdistan demesinden kaynaklı büyük bir uğultu Türkiye gündeminin üzerini kaplamış durumda. İşte bu uğultu içinde sesimi çıkarıp, bir kelamda bulunmak doğrusu benim gibi yazmamak için bin türlü bahane yaratan bir adam için pek elverişli bir ortam değil. Ama işte gündem bu kadar karışık ve karmaşık, gökyüzü bu kadar ağlamaklı bir haldeyken yazmaktan başka çaremiz yok gibi görünüyor. 

Kürt meselesi benim için fazlasıyla hassas ve çok yüzlü bir meseledir. Doğrusu işin hiçbir tarafında yer almadığım için biraz dışarıdan ve yüzeysel bir bakışa sahip olduğumu düşünebilirsiniz. Ama ben fazlasıyla hem içeriyi hem de dışarıyı görebildiğimi düşünürüm. Her zaman söylediğim bir şeydir, savaşın kazananı olmaz. Bu noktada, işin içine farklı argümanlar giriyor. Yok buna savaş denilmez, karşı tarafta devlet yok filan. Doğru ama bana göre savaşmanız için karşınızda bir insan olması yeterli. Biz burada siyasal ve stratejik anlamda devletler arası bir savaştan bahsetmiyoruz. Yani demem o ki savaşı her nasıl tarif ederseniz edin, bu çatışmanın galibi olmayacaktır. Kürt ve Türk halkı binlerce yıldır aynı topraklarda yaşıyor. Beraber yaşamak ya da herkesin kendi devletini kurması benim gibi devletsel anlayışa karşı olan birisi için pek anlamlı değil. Yani evet ne Türklerin ne de Kürtlerin toprağa olan, devlete ve olan bağlılığını çözümleyemiyorum. Gün gelecek aynı topraklara beraber gömüleceksiniz, bu neyin paylaşımıdır pek çözemiyorum. 

Hani ortada bir savaş var, Kürtlere acımayan bir devlet örgüsü ve askere acımayan PKK adlı bir terör örgütü. İki tarafta silahlı ve iki tarafta acımasız. Sanki bu ikisinden birini seçmek zorundaymışız gibi bir politik hava. Oysa al birini vur ötekine. Devleti korumak adına Güneydoğu'da yaşanan kıyımların da farkındayız, kapitalist güçler aracılığıyla Kürtlere tanınan saklı ayrıcalıklarında. Yüzyıllardır bölgede kurulmak istenen bir Kürt devletinin kullanım amaçlarını da biliyoruz, Türk devletinin kuruluşundan beri kimlerin kuklalığını yaptığının da farkındayız. 

Biz bunların farkındayız ama Ulus devlet denen kavramın tarihin çöplüğüne gitmekte olduğunun farkında olan var mı acaba? Yeni bir düzen kurulmaya çalışıldığının, halkların bu düzene karşı kendi özgür düzenlerini yaratma çabasında olduğunun. Biz burada köhnemiş bir sistemi ayakta tutmaya çalışırken dünya siyaset sahnesi yeniden şekillenmenin eşiğinde. Kürtler kendi devletçiklerinin peşinde istemez yan cebime koy oynarken, yeni bir siyaset şekli hayatımıza giriyor aslında. 

Evet barışalım, bu kavganın devam etmesi zaten anlamsız. Peki ama devlet yapısını, kısacası devlet ile halk arasındaki kurumları yeniden yapılandırmadan, bu barışın sürekli olması mümkün mü? Birilerinin bu topraklarda yaşayan halkların nasıl yaşaması gerektiğine karar vermesine daha ne kadar izin vereceğiz. Bunların komplo teorileri olduğunu, bağımsız bir ülkeye sahip olduğumuz masalına siz istediğiniz kadar inanabilirsiniz. Ama şöyle bir yakın tarihe bakın ve Türkiye'de siyasetin neden belli bir çapın dışına çıkamadığını söyleyin. Türkiye'de belkide AKP kadar, mevcut dış politik duruşu kaybetmeden, kendini her kesime farklı satabilen bir iktidarda mevcut olmamıştı bu topraklarda. İsrail ile ilişkileri aynı şekilde devam ettir ve bir yandan da İsrail'e küstüm oynamıyorum diye naz yap. Amerika'ya grup toplantısında kafa tut, sonra git Obama ile fotoğraflar çektir. ABD ve Avrupa Esad'a tavır alana kadar Suriye ile iyi ilişkiler kur, sonra rüzgar tersine dönünce kraldan çok kralcı ol. Siz bunlara bakıp Türkiye'nin dış politikası değişti sanmayın, hala aynı pencereden dünyaya bakıyoruz. Hatta belki şimdi daha fazla şarki bir oynaklığa sahibiz. 

Kısacası, bu Kürt meselesinin iki ucu boklu değnek. Neresinden tutarsanız elinize bulaşıyor. Bizde bir taraftan  tutmak yerine ortadan tutalım, elimize bulaşmasın dedik. Böyle yapınca ya oportünist ya da yancı ilan ediliyoruz ama yapacak bir şey yok. Dedim ya bana göre işi şova dökmenin, katiller üzerinden anlaşmaya varmanın alemi yok. Barış, hayatında her şeyi silahla çözmeyi amaç edinmiş adamların eline teslim edilemez. Evet belki savaşan onlar ve çatışma onlar silah bırakmadan bitmeyecek. Ama daha bu ülkede demokrasi ve insan hakları adına yürünecek milyonlarca kilometre varken Kürt meselesinin adam akıllı çözüleceğini beklemek hayalperestliktir. Tabii amacınız kendi devletinizi kurmak kendi bürokratik yapınızı oluşturmak değilse. O zaman bizi çok yormayın, barış değil istediğimiz toprak bürüdü gözümüzü deyin. Demokrasi, haklar ve özgürlükler için değil mücadele, bir avuç toprakta gözümüz var ondan diye çıkın herkesin karşısına. AKP'nin amacını zaten biliyoruz. Her seçim döneminde olduğu gibi Kürtlerin ve Türklerin gazını almak. Madem barış şeffaf olacak, atsın iki tarafta içindekileri, kimin ne kadar özgürlük meraklısı olduğunu görelim. 

Daha özgür ve ferah bir ülkeye kavuştuk sanki, sanki bu ülkede demokratik bir çağ yaşanıyor gibi faşizan bir iktidardan medet ummayı ciddi anlamda samimiyetsiz buluyorum. Barış için özgürlük için canımız feda ama kimse benden bir ırkın özgürlük mücadelesine saygı duymamı beklemesin. Şu dünyada en anlamsız bulduğum şeylerden biridir ırk ve milliyet sevdası. Ne çekmiş olursanız olun, bu hiç bir masumun canını alma hakkını size vermez. 

Dedik ya iki ucu boklu değnek diye. Şimdiye kadar hep o değneğin ortasından tuttuk. Kolay değil, bir tarafta yer almak. Hani bitaraf olan bertaraf olur gibi bir Başbakan vecizesine rağmen bitaraf olmayı tercih ediyorum. İşime gelince bir tarafı, gelmeyince öbür tarafı tutmuyorum. Prensip belli, insan. İnsanın, insan gibi yaşamasıdır temel olan ve geri kalan tüm siyasi argümanlar hikayedir gözümde. Bu sağlanamadığı sürece kimin neyi neden seçtiğine bakmadan söylerim sözümü. Hani suskunluğum gönülleri kırmak istemeyişimdendir. Yoksa her ateşi gürleyecek bir odunum vardır diye düşünüyorum. Bazısı harlı olur bazısı zayıf kalır ama sonuçta hepsi yakar bir şekilde. Hani o yüzden derim siz siz olun o ateşi yakmayın. Belki biraz İstanbul'un havası gibi bir o yana bir bu yana savruldu yazı ama en azından benim için bir bütünlüğe sahip. Tam anlamıyla sonlandırmak mümkün olmasa da. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski