Şehrin öteki yüzü


Şehrin ortasından geçen nehrin pisliği adamın midesini bulandırmıştı. Oysa şöyle baksan tepeden aşağı şehre, o görkemi, ışıklı yolları, güneşin batışı insanı kendinden almaya yeterdi. Tam şehrin altına inmişti adam, kimsenin görmediği bir lağım çukuruydu burası. Yıllar önce şehri besleyen, şehrin ortasından geçip görkem katan o büyük nehir neredeyse tükenmişti. Ormanları besleyen, şehrin tüm ekosisteminin kalbi olan nehir çoktan her şeyden vazgeçmiş bu adam gibi her şeyini yitirmişti. Peki ama şehir, bu şehrin insanları, bu şehri yönetenler tıpkı bu şehir gibi ruhunu yitirmemiş miydi? Madem nehir beslemişti yüzyıllarca bu şehri ve şimdi yitirmişse kimliğini, şehrin ve içindekilerinin de yitirmesi gerekmiyor muydu kimliğini? Bu kesif koku adamın başını döndürüyordu artık. Nehrin bu yoğun kokusunun duyulmadığı tepelere doğru çıktı. O tepeden bakınca çocukluğunda hatırladığı o gürül gürül akan berrak nehrin ne hale geldiğini içi acıyarak gördü. Oysa ne kadar temiz ve paktı. O nehirde yıkandığı günleri iç geçirerek hatırladı adam. Peki ne zaman bu kadar kirlenmiş ve her şeyini yitirmeye başlamıştı bu şehir. 

O günleri hatırlıyordu adam, hayatını mahvettiği, tüm gençliğini tüm boş zamanını tüm sosyalliğini harcadığı zamanlardı onlar. Sürekli çalışıp şehrin tüm güzelliğinden uzakta yaşıyordu. Ve bu sadece adamın değil tüm şehrin sorunuydu. Şehrin kalbinden geçen o nehir o zaman renk değiştirmeye ve kokmaya başlamıştı. Gün geçtikçe bütün şehri kaplayan bu kokudan kurtulmak adına şehrin insanları nehri temizlemek yerine onun üstünü kapatmayı tercih etmişti. Şimdi ise o kocaman şehrin arka sokaklarında açlık, susuzluk, hastalıklar kol geziyordu. Şehrin hastalıklarla kırılan tüm bu sokakları duvarlarla ana arterlerden uzak tutuluyordu. İşte adamda tüm o duvarların içinde yaşarken, kaptığı hastalık sonrası şehrin bu görünmeyen sokaklarına atılmıştı. Daha birkaç gün içinde adam duvarın ardında anlatılanların koca bir yalan olduğunu anlamıştı. Hastalık kapanların sayısı yüzlerle ifade ediliyordu şehirde. Oysa burada milyonlarca insan vardı. Ve tüm hastalığın sebebi bir zamanlar bu şehre can veren nehirden başkası değildi. Şehrin insanı nehre, doğaya ihanet etmiş ve doğada intikamını acı bir şekilde alıyordu. Bir şekilde duvarları aşıp gerçekleri insanlara anlatmalıydı adam. Son birkaç yıldır İnternet'in kısıtlanmış olmasının sebebi bu olmalıydı. İnternet üzerinden hastalıkla ilgili bilgi kırıntısı bile yayınlanamıyor, filtrelere takılıyordu. Adamın aklında ise birkaç yıl önce başladığı ama şehri yönetenler tarafından elinden alınıp yok edilen sokak haberciliği projesi gelmişti. Bir şekilde bu filtre sistemini geçebilirse belkide bütün şehir gerçeklerin farkına varabilirdi. Ama gerçekler insanların ne kadar umurundaydı? Başlarındaki yöneticilere o kadar güveniyorlardı ki, şehrin altından geçen pisliği değil, o pisliğin üzerine inşa edilmiş ışıklı caddeleri düşünüyorlardı. Nehrin kıyısında oturup gün batımını izlemek yerine, gökdelenlerin ardında yok olup gitmiş bir güneşi tercih etmişti şehirli. Nedense duvarın içinde yaşayan çoğunluk için duvarın ardının hiçbir önemi yoktu. Yöneticilerde kaptığı hastalık sonrası tüm Vatandaşlık haklarını yitirmiş birisini tabii ki ciddiye almayacaklardı. 

On yılı aşkın bir süredir şehri yöneten bu insanlar yaptıkları yatırımlardan, harcadıkları paralardan bahsedip duruyordu. Belki düne kadar adamın bile etkilendiği şeylerdi bunlar. Ama şimdiye kadar büyük bir yalanın içinde yaşadığını anlamıştı. Şehrin başkanı çıkıp, açılan davalardan geçmişin tüm karanlığının temizlendiğinden bahsederdi sürekli. Oysa gelen geçen her muhalifi alıp içeri tıkmaktan başka bir şey yapmamıştı başkan. Tam şehri terketmeden önce adam, başkan yıllarca şehri beraber yönettiği büyük bir baskı grubuyla arasını bozmuştu. Artık ne olduysa büyük bir cemaat haline gelen grup, kendine ait eğitim kurumlarının kapatılma girişimi karşısında bir anda başkana muhalif olmuştu. Kısa sürede ortaya dökülen milyon dolarlık para ticaretleri ve başkanın adamlarının bizzat içine karıştığı, oğullarının yönettiği büyük bir yolsuzluk tezgahının nehirden daha çok şehri yiyip bitirdiğinin farkına varmıştı adam. Zaten tüm bu olaylar hakkında yaptığı haberler, sokak haberciliği sitesindeki içerikler sonrası başkan ve adamları her şeyini elinden almıştı adamın. Ve nedense kimsenin sesi soluğu çıkmamıştı. Tıpkı nehrin üzerini kapatıp koskoca alışveriş merkezleri ve caddeler kurarken çıkarmadıkları gibi. Bu beş parasız dönemden bir kaç yıl sonra, şehri gün geçtikçe ele geçiren hastalığın pençesine düşmüştü adam. Aslında doktora gitmek istemiyordu ama komşuları çoktan evden gelen öksürük seslerini polise bildirmişti. Kısa süre sonra polis eşliğinde hastaneye giderken bulmuştu kendisini. Doktor birkaç test sonrası tanıyı koymuştu bile. 

Ve adam daha gün ağarmadan tüm vatandaşlık haklarından mahrum bir şekilde duvarın ardına gönderilmişti. Ve son birkaç yıldır şehirde ne kadar muhalif varsa, cemaatin adamları da dahil buna, önce hasta olup sonra duvarın ardına atılıyordu. Birkaç gün herkesin deli diye uzak durduğu yaşlı bir adama rastlamıştı. Yaşlı adam, nasıl hasta olduğunu sormuştu. Adam birden oldu demişti. Yaşlı adam, devletten erzak yardımı alıyor muydun dedi? İşsiz kaldıktan sonra zorunlu olarak erzak yardımı aldım dedi. Sana verdikleri su, yıllardır içmediğimiz ve bu akan nehirden kaynağını alan musluk suyudur dedi. Şaşırmıştı adam, nasıl olur su berrak ve tadı normaldi dedi. Özel işlemden geçiyor dedi adam. Ama bu hastalığa neden olan mikrobu yok etmiyor. Yaşlı adamın anlattığına göre başkan ve adamları şehirden uzaklaştırmak istedikleri insanları önce işsiz bırakıyor sonra yardımlarla bir kaç yıl iktidara minnet duymalarını sağlıyordu. Hastalık iki senelik bir kuluçka döneminden sonra harekete geçiyordu. İki sene sonra semptomlar görülünce zaten kısa sürede ispiyoncu komşular sayesinde hastalar tespit edilip duvarın ardına bırakılıyordu. 

Adama mantıklı gelmişti bu düşünce. Garip olan ise tüm haklarından mahrum olan bu insanlara halen yemek, yatacak yer gibi hizmetler verilmeye devam ediyordu. Bunu sordu yaşlı adama. Yaşlı adam hafifçe sırıttı ve cevap verdi. Burada yaşayan milyonlar ölmeye başlarsa bu başkanın işine gelmez. Belki oy verme hakkımız yok ama bu kadar insanın ölümünü saklayacak kadar büyük bir şehir değil burası. Bir kere hastalığın tedavisi bulunalı yıllar oldu. Burada bu kadar insan nasıl hala yaşıyor sanıyorsun. Bize verdikleri tüm o yiyecekler ilaçlı. Sen bile birkaç gün içerisinde atlatmışsın hastalığı. Hem yeni gelenler bizleri hasta edemez çünkü biz çoktan bağışıklık kazanmışız. Arada sırada burada birkaç kişi kayıplara karışır. Çoğu kişi onların öldüğünü sanır. Öldülerse cesetleri nerede? Bu kayıplar şehre yeniden kabul edilenler. Onlara tedavi ile ilgili tüm gerçekler anlatılıyor ve kafaları yıkanıyor. Bir sözleşmeyle yeniden vatandaş oluyorlar. Ve adam bir daha buraya düşmemek için başkana oy verip çenesini kapatıyor. 

Bazı noktaları karanlıkta kalan bir cevap bile olsa, şehrin yarısından fazlasının nasıl hala bu başkana oy verdiğinin kanıtıydı. Adam ayrıldığında bölge başkanları seçimleri yaklaşıyordu. Başkan kendi partisinin kazanması için her şeyi yapmaya hazırdı. Özellikle son yolsuzluk çalkantılarından sonra duvarın ardındaki potansiyel oylara daha çok ihtiyaç duyacaktı. Ve adamın dikkatinden son günlerde kaybolan kişilerin arttığı kaçmamıştı. Şimdi duvarın ardına geçmenin bir yolu olduğunu anlamıştı adam. Ama nasıl olacaktı da onu seçeceklerdi. Belli ki adamın yaşlı adamdan öğreneceği daha çok şey vardı.


Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski