İktidar savaşları



Kaset savaşları yeniden başladı. Kasetlerin iktidar belirlediği, hükümet düşürdüğü bir Türkiye'ye yeniden uyanmak istemiyorum doğrusu. Ancak, bu sefer on bir yıldır iktidarda olan, iktidar olduğu uzun yıllar boyunca hem kendilerini hem yakınlarını zengin eden bir iktidar odağı ile karşı karşıyayız. Karşımızda demokrasiyi manipüle eden, devletin tüm erklerini kendine has yöntemlerle kullanan, iktidara muhalif olan her türlü baskı grubunu ele geçirip, bunu demokrasi kılığına sokan yavuz hırsız bir iktidar var. En son olarak zamanında kontrolü ele geçirdiğini düşündüğü HSYK'nın tam olarak elinde olmadığının farkına varıp, 17 Aralık sonrası tamamen yargıyı hükümete bağlama girişimi ise bunun en yakın ve somut örneği.

Gizli telefon kayıtları, özel hayatın mahremiyetini ortadan kaldıran görüntüler, bunlarla siyaset yapmak ne yazık ki hem tehlikeli hem de ahlaksız bir siyasi yöntem. Tüm bunlara karşın, söz konusu olan sokaktaki adamın vergisi, devletin kasasında olması gerekirken birilerinin cebine giren para olunca ne yazık ki olay bir baba ve oğul mahremiyetinden çıkmış oluyor. Bu noktada belli başlı korkularımız var. Hani daha cemaat ile hükümetin arasından su sızmadığı zamanlarda Gülen hareketinin ne kadar tehlikeli ve devletin birçok kademesine sızdığı çoğu kişi tarafından söylendi ve kaleme alındı. Uzun süre bu cemaat yazılarını kaleme alanlar komplocu suçlaması ile yargılandılar. Hatırlayın Oda TV davası tam anlamıyla medyadaki cemaat muhaliflerini temizlemek için tezgahlanmıştı. Taraf gazetesinde yayınlanan sözde delilleri biz unutmadık ama birileri bugün küfür ettikleri cemaat hakim ve savcılarını zamanında el üstünde tuttuklarını unutmuşa benziyor. 

Hani bir tabir vardır Anadolu'da. Öküz öldü ortaklık bozuldu diye. Cemaat ile AKP kavgası da o hesap. Öküz hayattayken yapılan serenatları, önümüze gelene bin tekme törenlerini nedense hatırlayan yok. Ergenekon'dan başlayıp, Balyoz, İnternet Andıcı, Oda TV, Şike davasına kadar dava dosyasına konulan özel konuşmalar. Gizli yürütülen soruşturmanın tüm detaylarının daha ilk günden cemaat ve AKP yardakçısı medyada çarşaf çarşaf yayınlanması o günlerde hükümet yanlılarını hiç rahatsız etmiyordu. Aksine bunu demokrasinin bir gereği olarak görüyorlardı. Ben bugünde, dünde gizli bir soruşturmanın detaylarının medya ile paylaşılmasını doğru bulmuyorum. Yani benim tarafımda değişen bir şey yok. Peki ama cemaatin namlusu kendilerine dönünce feryat edenlere ne demeli?

Asıl korktuğum ise bir şekilde bu hükümet, yolsuzluklar kanıtlandıktan sonra düşerse, cemaatin bu ülkeyi ne hale getireceği. Kendine hizmet hareketi diyen cemaatin açıkçası neye ve kime hizmet ettiği belli değil. Dersaneler, cemaatin Türkiye'deki Gülen okulları. Burada yetiştirilen gençler geleceğin Polis, hakim, doktoru olmak için özel olarak seçilmiş. FEM dershanelerinde zeki öğrencilere önem verilmesi, bu öğrencilere ücretsiz etüd ve ders imkanı sağlanması boşuna değil. Üniversite'de ışık evleriyle süren bu süreç iş hayatında ise cemaate hizmet etmekle devam ediyor. Önce Evren, sonrasında Demirel ve hatta kendine sosyal demokrat diyen Ecevit bile özellikle Polis ve Yargı'da cemaatin yapılanmasına göz yumdu. AKP ise göz yummayı bırakın, Emniyetin, yargının ve devletin birçok önemli kademesini cemaate kendi eliyle teslim etti. Atamalarla yapılan değişiklikler ne kadar bu yapılanmayı bozdu doğrusu bilmiyoruz. Ama son çıkan ses kasetleri ve yapılan yolsuzluk operasyonu, cemaat ile AKP arasında sadece bir gönül bağı değil aynı zamanda büyük maddi bir bağın olduğunu da gösteriyor. Cemaatin emrindeki Polisin eliyle koymuş gibi kutulardaki paraları bulması sadece dinlemelerle açıklanamaz. 

AKP'nin Deniz Feneri davasında Almanya'dan gelen paraları ne yaptığı, nerelere sakladığı uzun süre tartışma konusu olmuştu. Almanya'daki Deniz Feneri e.v.'nin gurbetçilerden toplayıp, Türkiye'ye bavullarla gönderdiği paraların AKP'ye aktarıldığı iddia edilmişti hatırlarsanız. O dönemde Deniz Feneri derneğinin bile Almanya'da ki bu dernekle bağlantısı olmadığı iddia edilmişti. Buradan tekrar 32. Gün ekibine sesleniyorum. Lütfen o dönemde Almanya'dan gönderilen ses kaydını yayınlayın. Deniz Feneri derneği ile Deniz Feneri e.v.'nin aynı yapı olduğunu kanıtlayan bu kayıt ne yazık ki yıllardır 32. Gün arşivinde bekliyor. Bu paraların aktığı diğer kurum olan Kanal 7'nin de Gülen cemaati yerine AKP'yi desteklemesi de manidar. Acaba bu Kanal 7'nin "demokrasi" inancından mı ileri geliyor. Yoksa AKP'nin ortaya çıkacak pisliği altında boğulmanın korkusu mu?

Birbirinin pisliğini bir bir ortaya döken bu iki büyük locadan birisi savaşı kazanacak. Devlete kimin hakim olacağına dair bu savaşı kim kazanırsa kazansın kaybedenin Türkiye olacağı aşikar. Devleti ele geçirmek, eski derin devleti yıkıp yerine kendi derin devletini inşa eden bir yapı kurmak bu ülkede "demokrasi" olarak görüldüğü sürece işimiz zor. Umalım daha şeffaf ve gerçek anlamda demokrasiye ulaşmış bir Türkiye çok uzağımızda değildir. Bu bermuda şeytan üçgeninde yaşarken biraz zor ama, bekleyip göreceğiz artık. 

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski