Türkiye'nin değişmeyen seçimleri


AKP iktidarı bundan 12 yıl önce başımıza çöreklendi. Öyle ki 3 Kasım 2002 seçimleri kişisel tarihim açısından da önemlidir mesela. İlk oyumu 2002 seçimlerinde kullanacaktım ama, Bursa'ya gitmeye ya da ikametgahımı İstanbul'a aldırmaya erindiğim için Türkiye için tarihin tekerrürü olacak bu seçimi kaçırmış oldum. Peki ama neden tarihin tekerrürü?

Türk siyasal tarihi her zaman için uzun dönemli merkez sağ iktidarların etkisi altında kalmıştır. AKP'yi hiçbir zaman merkez sağ olarak görmek istemeyen çevrelerin kaçırdığı en temel nokta buydu. Belki siyasi açıdan ya da geldikleri köken dolayısıyla AKP, milli görüş hareketinin bir devamı olarak görülüyordu. Ama AKP'nin diğer milli görüş partilerine göre daha geniş bir perspektifi vardı. AKP iktidara gelmek ve orada kalmak için ANAP, DP ve AP gibi örnekleri iyi incelemiş onların iktidarda kalmasını sağlayan merkez sağ programlarını çok iyi çözümlemiş bir parti. AKP'de özellikle ilk dönemlerde ANAP'ın eski bakanlarının boy göstermesi de merkez sağ kitlenin AKP'yi merkez sağın yeni koruyucusu olarak algılaması içindi. Kemalistlerin ve diğer devletçilerin, cumhuriyetçilerin gözden kaçırdığı ve anlamak istemediği nokta bu.

ANAP'ın en güçlü olduğu dönemlerde, 1989 yerel seçiminde İstanbul ve Ankara'nın SHP'ye kaybedilmesi mesela halen sol partilere özellikle de CHP'ye ders olmamış görünüyor. SHP'nin karizmatik bir lideri yoktu olsaydı belki daha fazla oy alırdı o başka bir mesele. SHP örneğini veriyorum çünkü, yerel seçimler hizmet yarışıdır, parti yarışı değil. SHP ön seçim gibi sosyal demokrasinin temel araçlarından birini bu yerel seçimlerde etkin bir biçimde kullanmıştır. İşte CHP'nin konjonktürel olarak daha uygun bir ortamda olmasına karşın daha az oy almasının temel nedenlerinden birisi budur. SHP o dönemde öyle bir etki yaratmıştı ki, iktidarı tek başına elinde tutan ANAP, erken seçime gitmek zorunda kalmıştı. Belki SHP'nin o dönemde özellikle İstanbul'da eline geçen bu önemli fırsatı teptiğini ve İSKİ yolsuzluğu nedeniyle, solun üzerine hiç çıkmayacak bir leke bıraktığı söylenebilir. Ama bu ön seçim gibi temel bir gücü kenara atmanız için bahane olamaz. 

Tüm bunlara karşın, CHP halen seçimlerde Atatürk, Cumhuriyet elden gidiyor gibi temel konular dışında bir şey üretebilmiş değil. Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduktan sonra söz verdiği ön seçim sistemini ne genel nede yerel seçimde uyguladı. Hatta bazı yerlerde delegelerin ve bölge halkının istemediği, tanımadığı isimleri seçmeyi tercih etti. Bunlardan sadece Mansur Yavaş'ın, Ankara'daki MHP seçmeni sayesinde Gökçek'i sıkıştırdığı ortada. Yeniden sayımlar sonrası koltuğa oturmuş bile olsa bu CHP'nin değil aslında bu MHP'nin başarısı olacaktır. Kısacası kazanan sosyal demokrasi olmamıştır. 

Bu seçimlerde CHP'ye oy vermek zorunda kaldım ve doğrusu çevremde benim gibi bu zorunluluğa uyan çok kişi var. Bizi buna mecbur eden etkenlerden biri, AKP'nin tıpkı Menderes gibi ülkede Vatan cephesi gibi bir bölünme yaratmış olması. Belki o kadar sert ve göstere göstere değil ama siyasi üslup ve politik duruşu bunu fazlasıyla başardı. 

AKP'nin merkez sağa yerleştiğini, yolsuzluklarını bile örterken Menderes, Demirel, Özal gibi eski ustaları örnek aldığı ortadayken, birilerinin bu gerçeği kabullenmeyip Türkiye'nin iltica tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünmesi komik. Haşmet Babaoğlu'nun bugünkü yazısını okuduğumda doğrusu ülkenin gençlerine ve sözde solcularına verdiği ayar hoşuma gitti. Hoşuma gitmeyense, AKP gibi bir garabet bir partiye ve ona koşulsuz bağlanan kitleye eleştiride bulunmaması. Babaoğlu'nun unuttuğu şu, bu ülkede yazıda yazdıklarını solcular bile kendi aralarında söylüyor ve bu eleştirilerin farkında olan bir kitle var. Ama nedense AKP'yi koşulsuz savunan, yolsuzluğu, hukuksuzluğu görmeyen kitleye en ufak bir eleştiri getirmek bile milleti aşağılamak olarak algılanıyor. Babaoğlu'nun yazısında bu korkuyu görmek mümkün. Yoksa son dönemde beyaz Türklerin bile ilk defa bu kadar ağır polis şiddeti gördüğü noktasını kaçırmazdı. Ya da yine canını yitirenlerin bu ülkenin ezilenleri olduğu gerçeğini gözardı etmezdi. 

Neyse her ne kadar her zaman bu ülkeden ve halktan umutsuz olsam da, bir gün AKP iktidarının değişeceğini biliyorum. En büyük endişem ise yerine bir başka goygoycunun gelmesi. Türk siyasi tarihinin bu anlamsız tekerrürü beni endişelendiriyor. Yoksa ne bölünme, ne iltica ne de başka bir tür karabasanla yaşamıyorum. İnkılap Tarihi hocamız olan Prof. Dr. Nurşen Mazıcı, tarih ancak aptallar için tekerrür eder derdi. Hiç bir zaman bu görüşüne katılmadım. Bana göre insanoğlu düşündüğümüz kadar akıllı olmadığı için tarih tekerrürden ibarettir. Gerçi bir anlamda doğru oluyor hocanın lafı. Yani insanoğlu çoğunluk olarak aptalsa, tarihteki yaptığı hataları tekrar edecektir. Kusura bakmayın hocam, galiba ben sizi yanlış anlamışım. 

İnsanoğlu olarak aptallık yapmaktan vazgeçmediğimiz sürece ne dünya barışını sağlamak, ne çevreyi koruyup dünyayı kurtarmak ne de fakirliği önlemek mümkün olmayacak. Kısacası Türkiye'nin seçimine gelene kadar daha çok şey var başarılması gereken. Hepimiz aptallıklarımızdan vazgeçtiğimiz gün iktidarda kimin olduğu da önemli olmayacak zaten. Onun için devrim istiyorsak önce kendi içimizde bu devrimi gerçekleştirmemiz gerekecek. Ursula K. Le Guin'in yazdığı Mülksüzlerîn arka kapak sözü bu konuda aydınlatıcıdır:

"Vermediğiniz şeyi alamazsınız kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız Devrimi yapamazsınız Devrim olabilirsiniz ancak"

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski