Pusulasız bir geminin yolcularıyız



Erdoğan bir seçim daha kazandı ve Ekmeleddin'e inanan kişilerin aksine Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olamamasına ihtimal bile vermiyordum. Belki bunun için bir ara sandığa gitmemeyi, oy vermemeyi, aslında beni temsil edebilecek hiç bir aday yok diyebilmeyi istedim. Ama olmadı yine o sandığa gidip oyumu verdim. Hani insanın kaybedeceğini bile bile oy vermesi böyle bir şey oluyor. Gerçi seçim yapmanın kazanmak ya da kaybetmek olmadığını anlayacak kadar siyasetten anladığımı düşünürüm.

Keşke araba konvoylarıyla Erdoğan'ın seçim zaferini kutlayanlar da bunun biraz farkında olsa. Her neyse insanların seçimlerine saygı duymak gerekir. Bu ülkede yaşayan insanlar için tek istediğim şey var, umarım Erdoğan'a oy verenler haklıdır ve biz yanılıyoruzdur. Bir ömür gibi gelen ve geçmek bilmeyen 12 yıl sonrasında buna inanmak çok zor ama diyorum şu anda tek umudum bu. Çünkü gerçekten Türkiye'yi karanlık yıllar bekliyorsa bu uğurda ömrümüzü yitireceğiz gibi geliyor. Daha önce söylemiştim, Selahattin Demirtaş ya da Ekmeleddin İhsanoğlu'nun seçilmesi şu an için var olan gereksiz Cumhurbaşkanlığı makamını devam ettirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Düşünün önüne gelen kanunları onaylayan, önemli günlerde resepsiyon düzenleyen gereksiz bir devlet kurumu. Zaten ben seçim çalışmaları sırasında hem İhsanoğlu hem de Demirtaş'ın sanki Başbakanlık için yarışır gibi vaatlerde bulunmalarını pek çözemedim. Söyledikleri şeyleri o kukla makamda gerçekleştirmeleri mümkün değildi. 

Hadi Demirtaş'ı anladık. Söylem ve eylemlerinde Kürt faşizminden Sosyalizme geçtiğine dair mesajlar vermek istiyordu. Saygı duymak lazım, inanmak zor olsa da saygı duymak. Bir anda ne oldu da Cumhurbaşkanlığı adayı olunca bütün solu kucaklamaya çalışan bir söylemi kabullendin diye adama sorarlar. Ama işte bu tür sorulara dürüstçe cevap verecek siyasetçi bu ülke topraklarında yetişmiyor. Bizim devrimcimiz bile 80 sonrası davasını satan, zoru görünce kaçıp liberalizme sığınan bir yapıya bürünmüş. Bu kadar kalleş bir topraktan düzgün insanlar yetişmesini beklemek hayal olur. Yetişen öyle birkaç kişide ya kör kurşuna gidiyor ya da sesi bile duyulamadan hayatına devam ediyor. 

Peki Ekmeleddin Beye ne demek lazım. Hem konuşmayı becereme hem de sanki iktidara yürüyormuşçasına vaatlerde bulun. Fazla söze gerek yok, niye kaybedildiği belli, derin bir analiz yapmak ancak zaman israfı olur.

Yeni bir ülkeye, yeni bir hayata merhaba dedik. Şimdi Erdoğan'ın tek başına nasıl ülkeye hakim olacağını, yasama yürütme yargı erklerini nasıl bir araya toplayacağını izleyeceğiz. Bazılarımız için bir kahramanlık hikayesi ülkenin yarısı için ise büyük bir korku serisinin devam filmi. Kendine dördüncü güç diyen basın da çoktan teslim olmuş. Son olarak bir çok açıdan faşizan buluğum ama doğruları söylemeyi de iyi bilen Yılmaz Özdil'in Doğan grubu tarafından sansürlenmesi basına olan baskıyı ortaya koyuyor. Ben birçoklarının aksine iktidarın bu işe direkt müdahil olduğuna katılmıyorum. Daha yayınlanmayan bir yazıya müdahil olunmaz. Burada iktidarın müdahil olmasından daha tehlikeli bir durum var. Biz buna otosansür diyoruz. Ve ne yazık ki otosansür denen illet iktidarın yaptığı sansürden bile tehlikeli. İktidarın sansürü bir çok anlamda görünürdür. İşin içine kurumun işgüzarlığı girince ise bunu iktidar beğenmez, şuna burun kıvırır diye gazeteciliğin tüm özgür ruhu kafes altına alınmış olur.

Bu ülkeden umudu kesmek istemiyorum. Güneşin doğacağına, bu bulutlu gökyüzünden kurtulup, bulutsuz masmavi bir geleceğe uyanmak istiyorum. Şu dünyada hala yaşamak için bir nedenim varsa işte bu umuda sahip olduğum içindir.

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski