Bu ülkenin gerçeklerine dair


Bu ülkede yazı yazmak adına her gün yeni bir gündemle karşı karşıya kalabiliyoruz. Öyle ki bir zaman sonra bu kadar yoğun gündem arasında yazmaktan sıkılmakta mümkün. Hani benim sürekli başıma geldiği gibi. Yavuz Bingöl olayı ciddi anlamda incelenecek ya da üzerine yazı yazılacak bir konu değil aslında. Bir şekilde yeni Türkiye'de belli bir kesimin simge isimlerinden biat bekleniyor. Bir tarafta yeni düşmanlar yaratılırken yeni dostlar ve ittifaklarda yapmak lazım.

Bu süreci 2002 yılından beri bizzat yaşıyor olmak tarihe tanık olmak açısından bir şans. Ancak bu dönemin üzerimizde yarattığı yıpratıcı etkiyi de azımsamamak gerekiyor. Biz yine şanslı bir kuşaktayız. Çünkü bu iktidarın 12 yıllık sürecinin tamamına şahit olduk. Bu dönemde yaşanan tüm siyasi ve ekonomik sürecin farkındayız. En azından farkında olmak isteyenleremiz diyelim.

Ama 90 sonrası kuşak için çok zor bir siyasi denklem. Bu iktidar ilk başa geldiğinde daha çocuktular. Ergenliklerinde daha sürecin farkına varamamışlardı. Gençlik dönemleri ise propagandanın en şiddetli dönemine denk geldi. Siyasi açıdan olayı o kadar yüzeysel kavramış oldular ki aslında ne tarafını tuttukları ne de karşısında durdukları şeyin tam olarak farkında değiller. Bizim kuşak içinde arafta kalan o kadar kişi tanıyorum mesela. Ama bu yeni kuşak her şeyi bildiğini ve karar verebildiğini düşünüyor.

Belki henüz gençler ve doğrusu gençliğin bu dönemlerinde hangimiz aptal ve inanmış değildik. Ama işte garip bir dönem içindeyiz. Hani dikta yönetimi dersen öyle değil, ortada demokrasi kılıfına uydurulmuş otoriter bir yönetim var. Türkiye'deki bu otoriteryen yönetim bir anlamda kurbağa zıplamasın diye yavaş yavaş ısıtılan bir kazan misali. 1950'li yıllarda ülkeye uğrayan "demokrasi" oyunu hala perdesini kapatmış değil. Özellikle 1980 sonrası bu demokrasi oyunu traji komik bir hal almaya başladı. Hani hep denildiği gibi ağlanacak halimize kahkalarla güldük bu oyunu her izlediğimizde. 

Bu öyle bir oyunki bugün AKP, on iki yıllık süreçte şimdiye kadar sergilenen en istikrarlı performansla sahnede yer alıyor. Zorunlu Osmanlıca derside bu oyunun son perdesi. Ama bu arada birinci sınıftan itibaren din dersinin zorunlu olması da ayrı bir rezalet. Arkadaş şu ülkede din dersi zorunluluğu kalksın diye bir yerlerimizi yırtıyoruz adamlar alay eder gibi birde ana sınıfına bile din dersi sokmaya çalışıyorlar. 

Şu zorunlu ders anlayışı eğitim sisteminden kalkmadığı sürece, birbirinin aynı fabrika üretimi  vatandaşlar üreten saçma sapan bir ülke olmaya devam edeceğiz. Hepimiz aynı şeyin içinden çıktığımız için bildiğimiz doğrularda bildiğimiz yanlışlarda hep aynı. Ben lisseden mezun olalı 15 sene geçmesine rağmen, okullarda hala aynı yalan tarih yutturuluyor. Bırakın adam gibi birinci dünya savaşını bilmeyi liseden çıkan çocukların ikinci dünya savaşı hakkında bildiği tek şey Hitler'den ibaret. Ve bu bildiklerini de okuldan öğrenmiyorlar. 

Zorunlu olarak Osmanlıca dersi verilecekmiş. Osmanlıca dersi verilmesi bana göre çok önemli. Ama bunun zorunlu olması öğrenilmesini güçleştirecektir. Oysa seçimlik derslerin sayısının artması, zorunlu derslerinde günümüz şartlarına göre değişmesi gerekiyor. Mesela Medya Okur Yazarlığı dersi zorunlu olmalı. Ama bunu kime anlatıyorum acaba. Bu iktidarın kendi doğrusundan başka bir doğruya kulak vermesinin imkanı var mı acaba? Nedense etrafımda da tıpkı bu iktidar gibi yalancı, çirkef ve kendi doğrusunu kanun sayan insanlar türemeye başladı. Sanırım bu iktidar özellikle yeni kuşağı kendisine benzetmeye başladı. Boşuna dememişler balık baştan kokar diye. Bu zamanın ruhunda yalanın ve hilenin önemli yerini gören zamane insanı tabii ki kendini zamanın ruhuna bırakmış durumda. Ne diyelim bu çağ bittiğinde umarım bu tür insanlardan da kurtulmuş olacağız. Hani olur ya belki insanlaşıp aramıza katılmaya karar verirler.

Yorum Gönder

Görüşlerinizi paylaşın

Daha yeni Daha eski